Bir zamanlar toplum olarak sahip olduğumuz değerlere şöyle bir bakınca, ne kadar büyük bir değişim geçirdiğimizi fark etmemek mümkün değil. Eskiden utanılacak şeyler utanılır, saygı gösterilmesi gerekenler saygıyla anılır, insan ilişkileri daha sağlam temeller üzerine kurulurdu. Ama bugün, köklü değerlerimiz büyük bir yıpranmayla karşı karşıya. Peki bu nasıl oldu? Nasıl bu kadar hızlı değiştik?
Eskiden bir çiftin el ele tutuşması bile mahrem bir mesele olarak görülürdü. Karı-koca dahi toplum içinde fazlaca yakın görünmekten kaçınır, bunun ayıp olabileceğini düşünürdü. Bugünse gençler, her gün başka biriyle sokaklarda aşkı sergilemekten çekinmez hale geldi.
Değerlerimizi bu kadar hızlı nasıl unuttuk? Bunun bir açıklaması var mı? Kimi, “modernleşme” der geçer, kimi ise “özgürleşme” olarak yorumlar. Ama asıl mesele, bu değişimin bizim elimizde olmadan, sistematik bir şekilde bilinçaltımıza işlendiği gerçeğidir. Yani yalnızca sosyal değişimle değil, belki de biyolojik seviyede değişime uğratıldık. Genlerimizle oynandı mı? Bu, komplo teorisi gibi görünebilir ama yaşadığımız hızlı değişim ve toplumsal duyarsızlaşma, doğal bir evrim gibi durmuyor.
Eskiden bir evin büyüğü odaya girdiğinde, ev halkı ayağa kalkar, saygı gösterirdi. Şimdi ise toplu taşımada yaşlıya yer verilmesi bile tartışmalı bir konu haline geldi. Saygı yalnızca bir zorunluluk değil, aynı zamanda bir onur meselesiydi.
Dostluk ilişkilerine bakalım… Bir zamanlar en yakın dostunuzu kırıcı bir söz söylemeden eleştirir, onu asla incitmek istemezdiniz. Eğer istemeden kırıcı bir söz edilirse, gönül almak için çaba sarf edilirdi. Bugün ise, küfürlü konuşmak, daha değerli ve daha samimi bir şeymiş gibi pazarlanıyor. Daha ağır konuşan, daha çok prim yapıyor. Ne kadar sert eleştirirsen, o kadar saygı duyuluyorsun. Bu mantık ne zaman ve nasıl yerleşti?
Bir zamanlar vatana ihanet edenler, en ağır şekilde cezalandırılır, hain olarak anılırdı. Şimdi ise, vatana zarar verenler barış elçisi olarak görülüyor. Değerlerimizi kaybettikçe, düşman ile dost arasındaki çizgileri de kaybettik. Artık herkesin kendi gerçeği var ve kimse neyin doğru neyin yanlış olduğuna emin değil.
Peki nasıl oldu da ihanet, özgürlük; fedakârlık ise aptallık olarak görülmeye başlandı? Büyük bir medya ve sosyal mühendislik operasyonu ile yavaş yavaş, parça parça bize kabul ettirildi. Önce bu kavramların içi boşaltıldı, sonra da tam tersi anlamlarla dolduruldu.
Bu değişimin bir noktada durması için, önce farkında olmamız gerekiyor. Toplumsal değerlerimiz ne zaman ve nasıl değişti? Hangi aşamalardan geçerek eski biz olmaktan çıktık? Bu soruları sorarak başlamak, kaybettiklerimizi geri kazanmanın ilk adımı olacaktır.
Ancak tek başına farkındalık yetmez. Kendi hayatımızda ve çevremizde bu dönüşüme dur demek zorundayız. Kültürel yozlaşmaya karşı çıkmalı, eski değerlerimizi yeniden inşa etmeliyiz. Çocuklarımıza, gençlerimize “saygının modası geçmez” demeliyiz. Doğru olanı savunmak, her dönemde zor olmuştur ama unutmayalım: Haklı olmak ve güçlü olmak, her zaman aynı şey değildir. Güçlü olan kazanır ama haklı olan asla kaybolmaz.
Şimdi seçim bizim: Bu değişimi kabullenip yok olan değerlerimizin yasını mı tutacağız, yoksa onları geri kazanmak için mücadele mi edeceğiz?
Yorumlar
Kalan Karakter: