Eskiden işgaller topla, tüfekle, sınır kapılarına dayanan tanklarla yapılırdı. Düşman belliydi, cephe belliydi. Toprağınızı korumak için siper kazardınız, göğsünüzü siper ederdiniz. Ancak bugün, insanlık tarihinin gördüğü en sinsi, en sessiz ve en tehlikeli kuşatmayla karşı karşıyayız. Bugün düşman, Manisa'nın en işlek caddesinden, evimizin en mahrem odasına kadar, hatta yatak odalarımıza kadar girmiş durumda. Kimse namlu doğrultmuyor belki ama, akşam yemeğinde ailesinin yüzüne bakmak yerine elindeki parlak ekrana hapsolmuş gençleri, bir "beğeni" uğruna değerlerini ayaklar altına alanları gördükçe, bu sessiz işgalin gürültülü savaşlardan daha yıkıcı olduğunu düşünüyorum.
Karşımızdaki tablonun adı çok net: Zihinsel Kölelik.
Bize yıllardır "özgürlük" masalları anlatılıyor. "Dünya avucunuzun içinde" deniliyor. Oysa gerçekte olan şu; dünya avucumuzun içinde değil, biz o küresel avucun tam ortasındayız ve parmaklarının arasında sıkışıp kalmışız. Tıpkı daha önce yazdığım "Karbon Ayak İzi" yalanında olduğu gibi, dijital dünyada da bize sunulan içerikler, bizim iyiliğimiz için değil, zihinlerimizi formatlamak, değerlerimizi aşındırmak ve bizi tek tip bir insan modeline dönüştürmek için kurgulanmış devasa bir algı operasyonudur.
Bir düşünün; eskiden "mahalle baskısı" denen bir kavram vardı, şimdi ise "küresel mahalle baskısı" var. Sosyal medyada dayatılan güzellik algısına uymayan kızlarımız depresyonda, lüks yaşam yalanlarına kanıp kolay yoldan para kazanma hayali kuran gençlerimiz ise büyük bir boşlukta. Bizim bin yıllık medeniyet kodlarımızda "kanaat", "tevazu" ve "aile mahremiyeti" varken; bu yeni dijital din, "tüket", "göster" ve "ifşa et" diye emrediyor.
Bu, sıradan bir teknolojik değişim değildir; bu, aile kurumuna yapılmış planlı bir suikasttır. Çocuğunu sokağa göndermekten korkan, "aman başına bir iş gelmesin" diye üzerine titreyen ebeveynler, çocuklarını o odalarında, internetin karanlık dehlizlerinde hangi "küresel terbiyecilere" teslim ettiklerinin farkında mı? O tabletlerin, telefonların ekranlarından çocuklarımızın zihnine şırınga edilen zehir, sokaktaki tehlikeden çok daha kalıcı hasarlar bırakıyor. Cinsiyetsizleştirme projeleri, sapkın akımlar ve ahlaksızlık, çizgi film kılığında, oyun kılığında evlatlarımızın körpe dimağlarına işleniyor.
Manisa'mızın sokaklarına bakın... Eskiden esnafın bir selamı, komşunun bir hatır sorması, kahvehanede memleket meselesi konuşulması vardı. Şimdi herkesin başı öne eğik, herkesin kulağında bir kulaklık, dünyadan kopuk, kendi sanal hücresinde yaşayan "bireyler" türedi. Bu sadece teknolojik bir bağımlılık değil, kültürel bir hafıza kaybıdır. Biz birbirimizin yüzüne bakmayı unuttukça, birileri bizim yerimize ne düşüneceğimize, neye üzülüp neye sevineceğimize karar veriyor. Gazze'de çocuklar katledilirken dünyayı sessizliğe gömen algoritma ile gençlerimizi "Fenomen" olma hayaliyle zehirleyen algoritma aynı merkezden yönetiliyor.
Bu gidişat bir tesadüf değildir. Birileri nesillerimizi, kimliğimizi ve inancımızı dijital bir potada eritip, köklerinden kopmuş, mankurtlaşmış yığınlar oluşturmak istiyor.
Peki, biz bu senaryonun neresindeyiz? Seyirci mi, kurban mı, yoksa oyunu bozan mı?
Artık uyanma vaktidir. "Modernleşiyoruz" diyerek değerlerinden utanan değil, köklerine sarılarak çağı okuyan bir nesil yetiştirmek zorundayız. Elimizdeki o cihazların bizim efendimiz değil, sadece birer alet olduğunu hatırlamalıyız. Evlatlarımıza sanal dünyanın yalanlarını değil, gerçek hayatın, alın terinin, ahlakın ve vicdanın hakikatini öğretmeliyiz.
Yoksa yarın, savunacak ne bir ailemiz kalacak, ne de özgür bir irademiz. Zincirler demirden olmayınca kırılması zor olur; zihinlerimizdeki o görünmez zincirleri kırmadan, gerçek özgürlüğe kavuşamayacağız.
Yorumlar
Kalan Karakter: