Eskiden diye başlayan cümleleri çok erken kurmaya başladık toplum olarak. Yıl dolmadan eskiden diyoruz yeni oluşan şeyler karşısında, kimine göre gelişim kimine göre yeniliklerle yol alıyoruz ömür deryasından.
Bende ‘’eskiden’’ diye başlamak zorundayım cümlelerime, meramımı anlatabileyim diye. Ama eskiden dediysem kırk elli yıl öncesi değil, birkaç yıl öncesi hatta belki yıl bile sayılmaz diyeceklerimin öncesi. Hem kendi çağıma hem de çocuklarımın çağına yetişmeye çalışmanın verdiği yorucu ve şaşkınlık dolu günler içerisinde fark ettiklerimi paylaşmak istiyorum sizlerle…
Benimde evimde vardır, annemin de evinde vardı, anneannemin de evinde vardı diye söze başlamak istiyorum. Bu nesne üzerinden derdimi anlatmaya çalışacağım. Bu şey bir dikiş makinasıydı, zarar görmüş yerleri dikmek için. Elbise, nevresim, sofra, perde fark etmeksizin zarar görünce dikilir ve onarılırdı. Şöyle kocaman bir düğme kutusu vardı her hangi bir yere uyum sağlar diye, gerekebilir diye topladığımız rengarenk düğmeler. Birde iğne iplik kutuları vardı. Her renk iplik bulmak zordu ama temelde siyah ve beyaz kocaman iplikler vardı iğnelerin kutusunda. İğneler ise boy boy olurdu onarılacak parçaya göre ayarlanırdı. Hatta fazla fazla kumaşlardan kırk yamalı seccadeler, sofralar dikilirdi kumaşlar zayii olmasın diye.
Veya tencere, tava, çaydanlık gibi mutfaktaki temel gereçler zarar görünce onları onarmak için çarşı pazarda tamir edilir hatta parlatılır yepyeni hal alırlardı.
Yine her evin babası haftada birkaç defa illa çok farklı edevatlara gerek duymadan bir pense veya bir tornavidayla evdeki bir şeyleri tamir ederdi. Her evde çivi, çekiç, pense, vida vs. içinde bulunan malzeme çantaları olurdu.
Demem o ki; hiç bir şey tam ölmeden atılmazdı, elden çıkarılmazdı. Ve böyle ortamlarda büyüyen çocuklar onarmayı, hemen gözden çıkarmamayı öğrenirlerdi. Bir bütün olarak hayata böyle bakarlardı. Yani evlilikte, işte, arkadaşlıkta, komşulukta vs. hep akla gelen önce onarmak olurdu. Çünkü iğne iplik kutusunda yukarıda belirttiğim gibi temel renkler (siyah ve beyaz) belliydi rengarenk olmak mümkün olmasa bile hayatta temel doğrularda anlaşmanın kolaylığının bir mesajı vardı bize. Yahut birçok edevat olmadan bir pense ve bir tornavidayla evdeki birçok şey tamir edilebilirdi. Tıpkı hayatta bazı ortak noktalarla birbirimizi tölere edebileceğimiz gibi.
Mesela aile yadigarı bir şeyler olurdu her evde. Evin en köşe başında bulunur veya sandıklarda saklanırdı. Modası geçmezdi mesela, modası o aile var oldukça geçerliydi.
Evet, çok eskilere gitmeden bakalım hayatımıza, yeni bir telefon çıkınca elimizdekini atmak, yeni bir kıyafet alıp evdekini gözden çıkarmak, bir parçası kırılınca yemek takımına veda etmek, perdelere uymuyor diye halı değiştirmeye başlayan bir toplum olduk dostlar. Ve böyle ortamlarda büyüyen çocuklar bir şeyleri onarmadan yaşamaya alıştılar. Aile yadigarıdır deyip değer vermeden geçmişten kalan bütün izleri silip attılar. Yetmedi insan ilişkilerimizi eşya ile olan ilişkilerimiz gibi yaşamaya başladık. Bu eskimiş at gitsin. Bu çizilmiş at gitsin. Bu artık bana uymuyor at gitsin. Bunun modası geçti at gitsin diye diye hayatımızdaki insanlara da tahammül edemez olduk. En ufak bir anlaşmazlıkta yeni eş, yeni dost, yeni iş, yeni çevre vs. bulmaya başladık. Sadece kaybetmeye mahkum duygular meydana getiren bu yeni hayat şekli bizlere sadece zarar vermektedir dostlar…
Oysa hayatı onarmak en eski bir sanattır. Ve en eskimeyen bir sanattır. İnsanlık var oluşundan bu yana hep üreterek ve onararak geliştirmiştir kendini. Bize ne oldu da atıp ziyan ederek yaşamaya çalışıyoruz.
Hayatı onarmaya dönmeliyiz.
Köşe bucağa attığımız malzeme çantalarımızı çıkarmalıyız, bozulan zarar gören ilişkilerimizi tamir etmek için kolları sıvamalıyız.
Dikiş makinalarımızı tekrardan kurmalıyız, tamamen yırtılıp işe yaramaz hal almadan dikilme imkanı olan her yırtık ve deliği onarmalıyız çevremizle olan ilişkilerimizde.
İğne iplik kutuları elimizin altında olsun. Her renk olmasa da temel renklerde yani temel doğrularda buluşmayı öğrenelim. Düğme kutusundaki onlarca düğmeden biri nasıl ki işimize yarayacak ise, insan ilişkilerinde birbirimizle anlaşabilecek mutlak bir yönümüzün olduğunu unutmayalım.
Yeni ilişkilere kucak açmak heyecanlı gibi görünebilir. Ama bu bizim ömrümüzden nice nice yıllar alacaktır eski bir dostun yerini tutabilmek için. Hem zaten ömür dediğimiz ne ki? Kimin her gün yeni birilerine vereceği sınırsız zamanı var.
Hayatımıza yeni alacağımız ilişkileri de uzun vadeli hesaplamalıyız. Yoksa umut vermemeli, dertleşmemeli, özelimizi açmamalıyız.
İnsanız tabi bazen sesimizle, bazen kelimelerimizle, bazen duruşumuzla, bazen sessizliğimizle ve bazen de yokluğumuzla zarar vermiş olabiliriz ilişkilerimize. Eğer bu ilişkiler tamamen atılacak seviyeye gelmiş ise yani dikiş tutmaz bir seviye de ise tabi ki bitmesi sağlıklıdır ama onarılacak tarafları varsa iğne ipliği elimize almalı hatta muhatabımızın da eline birer iğne iplik vermeli ve o beraberlik bitmesin diye dikmeye, yamalamaya yani onarmaya çalışmalıyız dostlar. Dikiş saatlerimiz olmalı ilişkilerimizde. Beraber oturup yırtılmış, zarar görmüş taraflarımızı onarmalıyız. Ve bundan gocunmamalıyız…
Aynı şekilde hayata dair temel ahlaki meselelerden çabuk çabuk vaz geçmemeli herkes gibi olmaya çalışma derdinden kurtulmalıyız. Temel ahlaki değerlerden çabucak vaz geçip akışa kendimizi bıraktığımızda aile yadigarı doğrularımızdan kopmuş oluruz. Ara ara kendimizi hesaba çekmeli ben değişiyor muyum? yoksa gelişiyor muyum? diye sormalıyız. Kendimize dikiş ve onarım saatleri ayarlamalıyız.
Ve en önemlisi de inanç konularında elbise değiştirir gibi akaide zarar verecek değişikliklerden sakınmalı, zarar görmüş salih amellerimizi onarmalıyız. Sık sık imanımızı ve salih amellerimizi her türlü onarım aletleri ile onarmaya vakit ayırmalıyız.
Öz benliğimizi, yaratılıştaki temiz fıtratımızı koruyabilmek için her daim elimizde bir tornavida bir pense ile gevşeyen, dağılmaya yüz tutmuş yanlarımızı sıkmalı ve sağlamlaştırmalıyız. Biz başaramaz isek bir sanaatkardan yardım istemeliyiz… Veya iğne iplik bulunmalı her zaman elimizde, cebimizde, çantamızda zarar gören her şeyi ve her yönümüzü önce onarmaya dikmeye hatta yamalamaya çalışmalıyız. Dikiş tutmaz hal alıncaya kadar onarmada ısrarcı olmalıyız…
Ve unutmayalım modası geçen her ürün yıllar sonra tekrar moda oluyor. Elimizin tersiyle ittiklerimizi daha sonra bulmamız mümkün olmayabilir. Bazı insanların, bazı davranışların, bazı fikirlerin, bazı inançların, bazı duyguların modası geçmemeli hayatımızda, yıllar sonra eyvahlanmamak adına…
Hızla değişen bu hayatta değişerek değil, onarıp gelişerek devam edebilmeyi başarmalıyız.
Demem o ki dostlar HAYATI ONARMAK diye bir derdimiz olmalı. Ve bu tür ortamlarda bulunmalı, böyle ortamlarda nesiller yetiştirmeli ve bu minvalde hayatlar sunmalıyız birbirimize.
Vaz geçmenin, değiştirmenin, elinin tersiyle itmenin ve her şeyin ve herkesin yerine yenisini koymanın lüks olduğunun bize dayatıldığı bu kirli çağda, bizler sıkı sıkıya tuttuklarımızla kendi lüksümüzü kendimiz oluşturalım.
Bir bütün olarak hayatı onarmayı dert edinenlere canı gönülden selam olsun.
Şükürle kalın,
Secde’kar
Yorumlar
Kalan Karakter: