Eğer Katil Öldürmeseydi Maktül Yine de Ölür müydü.?
Bu zor gözüken ve çok da merak edilen bir soruya bildiğimiz kadarı ile bir cevap vermeye çalışalım;
Öncelikle Bediüzzaman Said Nursi'nin bu hakikati "ecel birdir, değişmez. O maktül, herhalde ecel geldiğinden daha ziyade kalmayacaktı. O katil ise, o kaza-i İlahiyeye vasıta olmuş.." şeklinde özetleyip tefsir ettiğini Kader mevzusu ile alakalı bir önceki yazımızda zaten söylemiştik..
Ayrıca yine o aynı yazımızda belirttiğimiz Al-i İmran suresi 145. ve Hadid suresi 22. Ayettleri de buna delil göstermiştik..
Bunun dışında ayrıca aşağıda meallarini yazdığımız;
Araf 34. ayet; "Her ümmet için takdir edilmiş belli bir süre vardır. Bu sürenin sonu geldiğinde artık onu ne bir an geciktirebilirler, ne de bir an öne alabilirler."
Nahl 61. ayet; "Eğer Allah insanları zulümleri sebebiyle hemen cezalandırsaydı, yerin üzerinde kıpırdayan hiçbir canlı varlık bırakmaz hepsini yok ederdi; fakat onları belli bir süreye kadar ertelemektedir. Süreleri dolduğu zaman artık onu ne bir an geciktirebilirler, ne de bir an öne alabilirler."
gibi Ayetlerde de görüleceği üzere; Allah herkes ve her ümmet için bir ömür tayin etmiştir.. Tüm bu ayetlerde ise ecelin daha en baştan belli olduğu anlaşılmaktadır..
Demek ecel, belirlenmiş bir yazıyla yazılmıştır ve hiç bir kimsenin ecel vakti gelmeden ölmesi mümkün değildir.! Zaten aksi olsa bu durumun "Allah'ın bilemediği, Allah'ın ilminde bir değişiklik ve noksanlık olduğu, Allah'ın bir şeyi bildiğini sanırken aslında bilmediği bir durumun ortaya çıkmış olduğu.." manasına geleceğini, ki sümme haşa bunun ise Allah c.c hakkında asla kabul edilemez olduğunu yine bir önceki o yazımızda vurgulamıştık..
O halde bu gerçekler ışığında yazımızın başlığında ki o soruyu bir örnek ile iyice açmaya ve aklımızda ki belki uzak bir hakikati de bu şekilde zihnimize yakınlaştırmaya çalışalım;
Eğer Katil Öldürmeseydi Maktül Yine de Ölecek miydi.? Sorusuna cevap alabilmek için şimdi katil'in bir adamı öldürdüğünü farz edelim..
Böyle bir durumda eğer "Allah o kişi için asında bir ömür tayin etmişti, bir süre belirlemişti.." diyip tam bu noktada kalsak o halde şöyle bir soru akla gelmez mi; "Tamam ama katil tetiğe basarak ve onu öldürerek ACABA maktulün ecelini şimdi öne mi almış olmaktadır.?"
Ama yukarıda ki ayetlerden de anlaşılacağı üzere bu bakış açısı bizce doğru olamaz çünkü ayetlerde "herkesin takdir edilmiş bir süresinin olduğu, ecelin değişmeyeceği, ertelenemeyeceği, geciktirilemeyeceği ve öne alınamayacağı" vs. yazıyordu..
Yada bunu bırakıp şöyle desek; " Evet şüphesiz ki Allah o maktül için bir ecel vakti tayin etmişti. Vakit geldiği için de maktülün o saat de ve dakikada mutlaka ölmesi gerekiyordu.." Evet böyle desek. Bu sefer de ortaya şöyle bir problem çıkmaz ve şu sorular akla gelmez mi; " peki o halde burada katilin suçu nedir.?" Yada "Ne yani şu durumda o katili, tetiği çekip öldürmeye Allah mı mecbur etmiştir o zaman.?" Yani VESİLE cihetiyle "o ölüme Allah mı mecbur etmiş omaktadır katili.?" Sümme haşa ama katili buna mecbur ettiyse eğer, o halde "katilin cüz'i iradesi elinden alınmış olmaz mı.?" Eğer Allah kudreti ile o ölümü yaratıp katilide o ölüme mecbur ettiyse "o halde burada katilin suçu nedir.?" Neden ona katil denilmektedir.? "O katile ahirette niçin ceza verilecektir o halde.?" Böyle bir durumda yani Allah maktül için ölümü yaratırken "eğer katili de bu ölüme mecbur ettiyse, şu halde Allah o katile zulmetmiş olmaz mı.?" İşte tüm bu sakat ve içi boş sorulara milyon kere, milyar kere haşa diyoruz tabiki.. Allah hakkında bunlar asla kabul edilemez ve Allah bir kuluna asla zulmetmez.. O halde hakikat başkadır. Bu soruların cevabı elbette ki vardır ama bambaşkadır..
Şu halde tüm bu soruların cevabı ve doğru bakış açısı şöyle olmalıdır; "Ezel ve ebedin sultanı Allah (c.c.), o katilin cüz'i iradesini kötüye kullanacağını ve o tetiği çekip öldürme teşebbüsünde bulunacağını ezeli ilmiyle bilmiş, bu bildiğinide kader levhasına yazmış, o maktüle ise ancak o kadarlık bir ömür takdir etmiştir.."
Çünkü o öldürme fiili ve katil bu olayda sebep, öldürülen kişi yani maktül ise sonuçtur.! Ve bu cinayet o katilin müdahalesi ile meydana gelmiştir, sebep o'dur.. Allah (c.c) ise bu alemde ve şu imtihan dünyasında her sonucu bir sebebe bağlamıştır.. Adetullahı, sünnetullahı, yasası böyle işlemektedir. Sebepleri, kudretine perde yapmıştır..Ta ki imtihan sırrı bozulmasın diye.. Bu sırrı bozduğu ististai durumlarda vardır tabiki. Bunun adı ise peygamberlerde mucize, veli zatlarda ise keramettir.! Neden.? Halk nazarında böylece onların peygamberliklerinin, davalarının ve getirdiklerinin HAKK ve Hakikat olduğunu tasdik etmek, veli zatlarda ise onların Allah katında makbuliyetlerini göstermek için, işte buna bir işaret ve delil olsun diye.. Şüphesiz ki başka bir çok hikmeti de vardır..
Kaderin sebep ile neticeye aynı anda taalluku vardır.! İşte bu sır bilinmez ve sebep için ayrı bir Kader, sonuç içinde ayrı bir Kader olduğu zannedilirse ortaya çok batıl itikatlar çıkar.. Kişi bu batıl itikatlarlada ahiretini dahi yakabilir. Mesela batıl cebriye itikadıda bu kabildendir.. "İnsanın Kader ve fiillerinde söz sahibi olmadiğını, irade ve ihtiyarının hiçbir tesiri olmadığını, insanın Kaderin MAHKUMU olduğunu, her türlü fiili yaratanın ve YAPTIRANIN Allah'nın kendisi olduğu.." fikrini savunan Cebri itikadı konu başlığımıza sebep olan böyle bir hadisede işte şöyle der ve şu görüşü savunur; "Eğer Katil o tetiği çekmeseydi kişi yine ölecekti.."
Cebriye itikadinın tam tersi olan ve "Fiili işleyen de, yaratanda kişinin kendisidir, kişi fiilini Allah'nın ona bağışladığı bir yaratma kudretiyle kendisi yaratır, kişilerin işlediği fiillerin yaratılmasında ve olmasında Allah'ın hiçbir müdahalesi yoktur." görüşünu savunan batıl Mutezile itikadi ise böyle bir hadisede şöyle der; "Eğer tetiği çekmeseydi maktül ölmeyecekti.." Yani birisi sebeplere ve sonuca ayrı bir kader tasavvur ederken diğeri ise Kaderi ve Kader gerçeğini inkar etmektedir..
Halbuki Allah’ın, insanların yapacağı bütün fiillerini ezelde BİLMESİ ve bu bildiği şeyi de en başta Kader defterine YAZMIŞ OLMASI bunların işlenmesinde insan için herhangi bir cebir ve baskı kaynağı değildir. Ve bunun, insanın bir İRADESİ ve SEÇİM HAKKI olduğu gerçeğine de aykırı bir tarafı yoktur. İşlenmiş ve işleneCEK bütün fiillerin daha en baştan Allah tarafımdan biliniyor olması ve zaten bildiği o şeylerinde Kader defterine en baştan yazılmış olması ancak Allah'ın nihayetsiz ilminin bir neticesi ve O'nun ilminin kemalindendir.! (Bu konuyu çok daha geniş şekilde bir önceki yazımızda yazmıştık..)
Eğer katilin cüz'i iradesini kötüye kullanmayıp o tetiği çekMEdiğini farz etsek peki şu durumda maktül yine de ölür müydü..?
Ehl-i Sünnet itikadına göre bu sorunun cevabı; BİZCE meçhuldür..!
Peki Neden..? Çünkü Biraz geriye gidip tetiğin henüz çekilmediğini farz ettiğimizde ve olaya oradan baktığımızda gelecek bize GAYP olmuş olmaktadır.!
Bizler bilemeyiz, eğer katil o tetiği çekmeseydi belki de Allah o kişi için daha uzun bir ömür takdir edecekti.. Yada başka bir sebep ve vesile ile yine ölümünü o aynı saat ve dakika da kaza edecekti.. Bu durum asla bizim bilebileceğimiz bir şey değildir.!
Tetiğin çekilMEdiği farz edilip o an'dan bakıldığında akibetin ne olacağı bize gayp olup bilinmezken Allah'a ise aşinadır.. Çünkü Allah c.c ezeli ilmi ile geçmişi, hazır zamanı ve geleceği aynı an da görmekte ve bütün halleri ile bilmektedir..
Ezel; Zamanın ilk başlangıcının da evveli yani başı demek DEĞİLDİR.. Böyle bakılırsa tuzağa düşülür. Mesela boş bir kağıda soldan sağa doğru düz bir çizgi çizilse, bu çizginin sol baş tarafı geçmiş, sağ baş tarafı yani çizginin sağ ucu gelecek zaman, ortasıda şimdiki zaman farz edilse ve Ezel dediğimiz şey de işte bu sol tarafta ki çizgininde evveli yani zamanın o başlangıç noktasınında evveli ve ötesi kabul edilse, işte o zaman ezel kavramı tamamen yanlış anlaşılmış olur. Ve bundan sonra yapılan her yorum artık yanlış çıkar. Çünkü; Böyle bir kabulde insan aklı ve mantığı şöyle düşünüp çalışır; "Madem ezel, o zaman çizgisinin geçmiş zaman ucunun da öncesindedir, bir başka ifade ile; madem Allah o zaman çizgisinin de evvelindedir o halde yarın daha gelmemişdirki, gelmeyen hatta hiç olmayan-olmamış, yok hükmünde ki bir yarını ve geleceği Allah nereden bilecektit.." Sümme haşa tabiki ama ilmi yada imanı zayıf insanlarda işte böyle bir kabul ortaya çıkabilir ve kişinin bundan sonra ki her yorumu artık yanlış çıkar..
Hayır, Ezel dediğimiz şey bu değildir. Ezel; Bütün zamanların aynı an da bilindiği, görüldüğü, bütün halleri ile kuşatıldığı bir makamdır.. Bir nevi manzara-i ala'dan bakmaktır.! Her ne kadar çok eksik, nakıs kalacak olsada meseleyi aklımıza yakınlaştırmak için şöyle bir örnek vermeye çalışalım; Mesela bir insan, evinin önünde dursa ve etrafına bakınsa malumdur ki sadece sınırlı bir alanı görüp kuşatabilecektir.. Ama bir binanın tepesine çıksa önceki gördüğünden çok da fazlasını görecek belkide bakışı ile tüm mahalleyi aynı an da görüp kuşatacaktır.. Eğer bir imkan olsa dahada yukarı çıksa mesela yüksek bir dağ'a çıksa ve o dağın tepesinden baksa muhakkak ki aynı an da tüm ilçeyi hatta bir kaç ilçeyi birden görüp kuşatacaktır.. Ama imkanı olup da bir uçağa binse yada büyük bir balonun içine binip çok daha yükseklere çıksa işte o zaman artık bütün bir şehri hatta belki 4-5 şehirden oluşan büyük bir coğrafi bölgeyi dahi aynı an da görüp kuşatacak ve nazarına alması da mümkün olacaktır, ha keza...
Hatta bu konuda güneş dahi örnek verilebilir. Güneş'in mevcut halide bizlere aslında iyi bir örnektir.. Şöyle ki; Malumdur ki güneş, üç vasfı ile aslında aynı an da her yerdedir.? O, üç vasfı ile güneş bizlere ve her şeye nihayetsiz derecede yakınken bizler ise ona nihayetsiz derecede uzağızdır.? O üç vasıf olan Isı, Işık ve Yedi Rengi ile güneş aynı an da her yeri kuşatmakta, ulaşmakta ve her yere nüfus etmektedir.. Aynı an da dağa da, denize de, insanın gözbebeklerine de, bir karıncanın üzerine de vs. aynı an da ulaşmakta ve nüfus etmektedir.. İşte cansız, şuursuz ve kendisi yaratılmış bir madde ve mahluk olan güneşte dahi bu böyleyken, Allah güneş hakkında bu kadarını dilediği için böyle iken şüphesiz ki Allah, O'nun ilmi ve her şeyi kuşatıcılığı guneşin çok hatta nihayetsiz derecede ötesindedir.! Bizim verdiğimiz bu örnekler ise sadece meselenin anlaşılması için küçük ve son derece nakıs bir misaldir.. Ta ki bir kıyaslama yapılabilsin de Allah'ın nihahetsiz ilminin boyutu fark edilebilsin diye...
EZEL meselesi ile alakalı sözlerimizi Kelam ilminin dev alimlerinden, büyük müfessir ve allame Bediüzzaman Said Nursi'nin meseleyi çok veciz şekilde özetleyen şu iki ifadesi ile ve akabinde de iki ayeti kerime ile bitirelim inşaAllah;
(İşte kader, ilm-i ezelîden olduğu için; ilm-i ezelî, hadîsin tabiriyle "Manzar-ı a'lâdan, ezelden ebede kadar herşey, olmuş ve olacak, birden tutar, ihata eder bir makam-ı a'lâdadır." )
Risale-i Nur, Sözler, sayfa 467
"Her şey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki, rahat edesin.."
Mesnevi-i Nuriye - sayfa129
Tövbe suresi 51. Ayet; De ki: “Allah bizim için ne yazdıysa, başımıza gelecek ancak odur. O bizim Mevlâmız’dır. Mü’minler, yalnızca Allah’a güvenip dayansınlar.”
En'am suresi 59. Ayet; Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; başkası onları bilemez. Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. O’nun bilgisi dışında dalından bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki bir tek dâneyi, yaş ve kuru ne varsa her şeyi bilir. Bütün bunlar, gerçeği tüm netliği ile gösteren apaçık bir kitapta yer almaktadır.
Selam, Dua ve Hürmet ile..
Yorumlar
Kalan Karakter: