AFGANİSTAN’IN HAŞHAŞI, EPSTEIN’İN ŞANTAJI: İNSANLIĞIN HASATI.!
Bugün size, dünya haritasının kanla çizilen o gizli koordinatlarını ve perde arkasındaki gerçek sebeplerini anlatacağım.
11 Eylül’de İkiz Kuleler devrilirken o toz bulutunun arkasına saklanan devasa narko-şantaj mekanizmasını deşifre etme vakti artık geldi.
Hadi kemerleri bağlayın, başlıyoruz...
2001: Bir Hammadde Operasyonu ve Narko-Biyopolitik Milat mıydı?
Tarih: Temmuz 2000. Afganistan’da Molla Ömer bir fetva yayınlıyordu: "Haşhaş ekimi haramdır!"
Sonuç: Sadece bir yıl içinde haşhaş üretimi %96 oranında çöküyordu. Böylece küresel ilaç ve uyuşturucu baronlarının trilyon dolarlık hammadde damarı bir gecede kesiliyordu. Tıpkı 1909’da Anadolu’nun afyonunu millileştirmeye çalışan Sultan II. Abdülhamid Han gibi, Molla Ömer de kartelin hammadde güvenliğine savaş açmıştı.
İşte 1909'da Sultan'ı devirenlerin zihniyet torunları, bugün Epstein’ın sofrasında "dünya nüfusunu nasıl azaltırız" ve şehvani arzularını tatmin için "çocukları nasıl kullanırız, yararlanırız" diye plan yapıyordu..
İkiz Kuleler yıkıldığında ise yıkılan aslında, ulus devletlerin sınırlarıydı.! Çünkü hiç bir şey artık eskisi gibi olmayacaktı.. Hiç bir devlet ve sınırları güvende değildi. Egemen ulus devletlerinin o egemenlik haklarıda, sınırlarıda artık pamuk ipliğine bağlıydı.. Çünkü Amerika canı istediğinde yada kafası bozulduğunda yahut menfaatleri söz konusu olduğunda "Terör var" deyip ya da "size demokrasi getireceğim" diyip bir yerlere dalıp işgal edebilirdi..
Aslında iyi bir bahaneyede gerek yoktu. Çünkü "gözünün üstünde NİYE kaş'ın var demesi yahut akan bir derede ki kurt-kuzu misalinde olduğu gibi, kurdun derenin üst tarafında olmasına rağmen kuzuyu yemeyi kafasına koyduğu için 'suyumu bulandırıyorsun' demesi yeterliydi..
Bu işler aslında her zaman böyleydi.. Zira GÜÇ kimde ise kral da oydu, patronda oydu..
Silah ise çok büyük bir güçtü ve Silah her zaman parayı döverdi.!
Mesela 1258 yılında Moğolların, 500 yıllık Abbasi Devleti’ni yıkması tam da böyle olmuştu zaten.
Orta asya bozkırlarından gelen, ilim-bilim-medeniyet hatta okuma-yazma bilmeyen çapulcu ordular, fakat iyi ve hızlı savaşçılar; ilmin, sanatın mimarinin, mühendisliğin, zenginliğin, altın'nın ve makam'nın (hilafet) merkezi olan BAĞDAT'ı yerle bir etmişti.
Cengiz Han’ın torunu Hülagü Han, koca bir medeniyeti bir kaç günde yakıp yıkmış, halifeyi ise kendi sarayında esir ederek önünde diz çöktürmüştü. Ağzına altın teperek ona zorla altın yedirmiş, ailesine yapılan o dehşet verici ve tarifsiz zulümleri ise seyrettirmişti..
3 erkek oğlunu halılara sararak, atlara çiğnetip acılar içinde öldürüyor, böylece Hilafet makamınıda, geleceğinide ayaklar altına aldığını ve diz çöktürdüğünü, hatta islam halifesinin karısını-kızını bile teslim aldığını tüm dünyaya haykırıyordu..
Ortada, Kadın-erkek, yaşlı-hasta dinlemeden, ufacık bebeklere bile kıyabilen acımasız, barbar, çapulcu ama iyi ve hızlı savaşabilen, durmaksızın hareket edebilen bir yapıya sahip savaşçı topluluk vardı..
Ve 1 hafta sonra Bağdat tamamen bir ölüm kampına dönüşüyor, 1 milyon civarında insan öldürülüyordu..
Çünkü silahsızdılar.! Olan silahları ise yetersizdi.. Ayrıca savaş kabiliyetleri dumura uğramış, savaşçı sayısı ve aletleri az, stratejileri de yine yetersizdi..
İlim, Bilim, Medeniyet, Sanat, Mimarlık, Mühendislik,Ticaret derken kendilerini ve ülkelerini koruyup ayakta tutacak asıl şeyi unutmuşlardı.!
Halife ise; hilafet makanına güveniyordu. Kuru ve içi boş bir özgüvene sahipti.. "İslam halifesine ve merkezine kimse saldıramaz, buna cüret edemez" zannediyordu.. Nihayetinde halifede, halkıda ve hatta bağdat gibi dillere destan olmuş bir ilim, irfan ve medeniyet merkezide, dahası dünyanın en nadide küptüphaneside bu vurdum qduymazlığın ve lakaytlığın bedelini çok ağır ödüyordu..
Bağdat istilası bizlere şunları öğretiyordu: SİLAH, Büyük ve Potansiyel Bir Güçtü.! Ve SİLAH Her Zaman Parayı Döverdi.!
En güçlü, en zengin ve ilimde, bilimde, ticaretde en gelişmiş medeniyetler bile eğer dış dünyaya ve hakikate gözlerini kapatır, silah ve savaş konusunda hazır olmazlarsa ÇÖĶER, yerle bir olurlardı..
Ve İLİM de, BİLİM de, MEDENİYET de yeri gelir okuma-yazma bilmeyen, medeniyet yüzü görmemiş, çapulcu insanlara yenilirdi.!
İşte Bağdat bunun kanıtıydı..
Daha bunun gibi bir çok örnekde verilebilirdi..
Şunu hiç bir unutmamamız gerekiyordu ki: Gerçeklikten kopuk bir inanç yada görüş, yahut bir özgüven körlükten farksızdı.!
Ve eğer bizler bu gibi örnekleri unutursak tarih daha çok tekerrür edecekti..
Dün, zamanın deccali olan Hülagü Han’ın atlıları şehirleri kaba kuvvetle, yağma, yıkım ve katliamla teslim alıyordu.
Ancak bugüne gelirsek; devir değişti, yöntemler ise evrildi.
Bugünün modern istilacıları ise artık sadece sınırları toplarla yıkmıyor; onlar "zihinleri" ve "iradeleri" esir alarak devletleri içeriden çökertiyorlar.
1258’de Bağdat’ı savunmasız bırakan o gaflet uykusu, bugün modern dünyanın "konfor ve lüks" illüzyonuyla devam ediyor.
Dün kılıçla, ok ile yapılan diz çöktürme operasyonu, bugün "bilgiyle" ve "sırla" yapılıyor. Çünkü bu küresel şebeke biliyor ki; eğer bir lideri ordusuyla yenemezseniz, onu utancıyla ve sırlarıyla teslim alırsınız.!
Silahın parayı dövdüğü o köklü ve süregelen kanun aslında hiç değişmedi; sadece bugünün en etkili silahı, namlunun ucundaki mermi değil, mahrem odalara kurulan o gizli kameralardır.!
İşte tam bu noktada taşlarda yerine oturmaktadır: Amerika gibi devasa güçler, "demokrasi" veya "terör" bahanesiyle kaba kuvvet kullanarak ülkeleri fiziksel olarak işgal ederken arka plandaki o karanlık akıl ise kurduğu devasa "günah galerileri ve kumpaslar" ile ruhları ve yönetimleri esir almaktadır.!
Yani bir yanda tankların paletleri ve uçakların bombaları, diğer yanda şantajın prangaları...
Ve artık Dünyamızın; iradesini bu şebekelere kaptırmış sapıklar tarafından, muhakemesini yitirmiş bunaklar ve vicdanını hırsına, makamına, rahatına satmış zalimler tarafından yönetilmesi kabul edilemez.!
Eğer edilirse bedel ödenir.. Hem de en ağır ve trajik bir şekilde.. Yönetimde ki BİR hata, BİNLER zarar ve felaketi doğurur..
Epstein: Şantaj Fabrikası ve İlaç Kartelinin Kuryesi
İşte Epstein denilen sapık tam da işin bu noktasında devreye giriyordu.
Ortaya çıkan dava dosyaları ve tanıklar, epstein'in bazı etkili isimler ve liderler üzerinde ŞANTAJ aracı olarak kullanılabilecek ilişkiler ağı kurduğunu, bu durumun ise bazı liderlerin karar alma süreçlerini ve liderlik otoritesini baskı altına almış olabileceği ihtimalini gündeme getirdiğini düşündürmektedir.
Epstein'e, işte bu çarkı ve kumpas tezgahını kurması için korkunç paralar aktarılmıştı.
Epstein finansal ve ilişkiler ağının, ilaç ve afyon temelli küresel şirketlerle keşiştiğine dair çok ciddi şüpheler ve sorular bulunmaktadır.!
Karayiplerdeki o meşhur adası ise (Little Saint James) asla bir tatil yeri değil, dünyayı yönetenleri bir "esir alma" merkezi gibiydi.!
Küresel kartel ve şeytani akıl, yönetici konumda olan elitleri pedofili gibi en ağır suçlarla kendine bağlamak isterdi ki, hiçbiri "Afyon ve İlaç düzenine" karşı çıkamasın.!
Kim bilir, Epstein’ın uçağına en çok binenler, bugün bize "sözde şifa" satan dev ilaç firmalarının yöneticileridir belkide.! Mesela Bill Gates gibi dünyaya "aşı" tavsiye edip pazarlayanların Epstein ile olan dostluğu, sağlığımızın aslında kimlerin elinde olduğunun en büyük bir kanıtı değil mi?
Bugün küresel silah, ilaç ve finans ağlarının aynı merkezlerde kesişmesi, bu paraların aslında hangi kirli döngülerden beslendiği sorusunu kaçınılmaz kılmaktadır.
İşte Anadolu haşhaşıda bu kartelin can damardan biridir..
Türkiye'deki Karanlık Trafik! Epstein Uçakları ve Deprem Çocukları
Bu küresel ağın Türkiye ayağı ise ürperticidir. Bugün ABD savcılığının ve mahkemelerinin kamuoyuna açtığı resmi uçuş kayıtlarına göre, Epstein’in meşhur uçağı Türkiye rotasınıda pas geçmemiş ve Türkiye’ye defalarca iniş-kalkış yapmıştır.
Sadece 2010-2013 yılları arasında 9 kez Atatürk Hava Limanına indiğine dair uçuş kayıtlarına ise zaten ulaşılmıştı.. Mesela Sözcü gazetesi bunun haberini yapmıştı.
Sadece İngiltere'ye 90'a yakın uçuş yapan bu suç şebekesinin, Türkiye gibi stratejik bir coğrafyayı boş bırakmadığı resmi belgelerle tescillenmiştir..
Bu konuda İYİ parti grup başkan vekili Turhan ÇÖMEZ ise şunları söylüyordu: "Amerikan Adalet Bakanlığı'nın kayıtlarına kadar düşmüş belgelerin üzerine devletimizin de gitmesi lazım. Bu suçun sadece çocuk istismarı ile sınırlı olmadığını biliyoruz. İşin içinde İsrail'in de olduğunu, bazı siyasetçileri bu şekilde tuzağına düşürdüğünü de biliyoruz. Türkiye'nin bütün bunlarla ilgili vatanını koruyacak politikalar geliştirmesi gerekiyor. Emniyet güçlerimizin de teyakkuz halinde olması gerekiyor."
İşte bu uçuşlar; savaş bölgelerinden (Suriye, Irak, Gazze, Arakan gibi), kriz noktalarından ve deprem bölgelerinden toplanan organ ve çocuk trafiğinin "VIP" ayağı olarak gözükmekte.
Özellikle 11 ilimizi direkt etkileyen 6 Şubat büyük depremi sonrası yaşanan o karanlık tabloyu hatırlayın lütfen: Deprem bölgesinde çocukları "hastaneye yetiştirme" vaadiyle alıp kaybolan sivil araçlar, sahte ambulanslar ve sonrasında Hollanda’da ortaya çıkan çocuk haberleri vs... Şimdi sormak istiyorum; Bu çocuklar, Epstein’ın dostlarına ulaştırılan biyolojik hammadde miydi acaba?
Bizler sahip çıkamadığımız o çocukların hesabını nasıl vereceğiz Allah'a?
Peki ya vicdanımıza? Vicdanımıza nasıp vereceğiz?
Medyanın ekserisi bu "yüzyılın haberini" bile görmezden geliyor maalesef..
İnsanları incik-boncuk haberlerle, saçma sapan ve magazinsel haberlerle oyalayıp duruyorlar..
İnsan düşünmeden edemiyor; "Acaba bazı medya sahipleri de o Afyon Karteli'nin hissedarları mı.? Yahut fonlanıyorlar mı.?" diye.
Epstein’in Adası: Şantaj, Öjeni ve "İnsan Çiftliği"
Peki, yazımın başında bahsettiğım ve Afganistan’dan gelen bu hammadde nasıl dayatıldı? İşte burada devreye Jeffrey Epstein ve o karanlık "Little St. James adası giriyor.
Epstein, sadece bir sapık değildi; o, bazı küresel seçkinlerin şantaj ve kontrol ağıydı.
Stephen Hawking gibi dahi beyinlerin genetik verilerine olan merakı ise, "insan ırkını geliştirme" (öjeni) projesinin bir yansımasıydı.
New York Times (31 Temmuz 2019) belgelerine göre; Epstein, 20 kadını aynı anda hamile bırakacağı "bebek çiftlikleri" kurarak "yönetilebilir bir biyoloji" tasarlıyordu.
Kartel, afyonu bir çok alanda "ilaç" diye yasallaştırırken; Epstein ise, bu sisteme itiraz edebilecek liderleri şantajla susturuyordu.
Tespitim o ki; Bu yapı; uyuşturucu, çocuk ticareti ve biyolojik veri hırsızlığıyla beslenen tek bir canavardır.
11 Eylül'le korku yayıldı, Afganistan'la hammadde toplandı, Epstein'la bazı seçkinler esir alındı.
Biyolojik Soygun: Topuk Kanı ve KVKK Açığı.!
Epstein dosyasının işaret ettiği karanlık küresel ağların laboratuvar ve biyolojik veri ihtiyaçlarının, Türkiye’de "genel tarama testleri" adı altında karşılanıp karşılanmadığı sorusu, artık görmezden gelinemeyecek kadar ciddi bir şüpheye dönüşmüştür.
Zira Topuk Kanı saçmalığında ki çok şüphe verici baskılar, polis ve jandarmayı dahi görevleri harici kullanıp korkutmak için insanların kapısına filan dayamalar, kalkan yapılmaları, ailelerin mahkemelere verilmesi, tedbir kararı koyulması ve hatta bebeklere kayyım atanması noktasına kadar ileri gidilip haddin aşılması “Bu uygulamanın gizli bir ajanda ile mi yürütüldüğü, yoksa başka amaçlar mı taşıyıp taşımadığı" sorusu kamu vicdanında ciddi şüpheler doğurmaktadır.
Çünkü Klinik hiçbir somut bilgi, bulgu yokken sağlıklı insanlara hasta muamelesi yapılması; güvenilirliği ciddi biçimde tartışmalı, sonuçlarının değişkenliği nedeniylede bilimsel ve hukuki itirazlara konu olmuş, dahası yüksek oranda SAHTE sonuç verebildiği portekiz mahkemesince de onaylanmış PCR testleri ile Topuk Kanı Taramalarının dayatılması, toplumda derin bir güvensizlik oluşturmaktadır.
Bu süreçlerden hastane ve sağlık personelinin “performans” adı altında ciddi kazançlar elde edip beslenmesi ise bu uygulamaların amacına dair haklı kuşkular doğurmaktadır.
Hem malum; 2024 yılında KVKK’nın 6. ve 9. maddelerinde yapılan değişiklikle, DNA ve genetik verilerin yurt dışına aktarımına yeşil ışık yakılmışdı!
Şimdi nasıl şüphelenmeleyim.?
Hem yine ayrıca, Dr. Savan Günay ilginç bir şekilde evinde ölü bulunmadan bir süre önce büyük bir ifşaat da bulunarak demişti ki; “Herkesten NİYE alıyorsunuz kardeşim genetik materyalini.? Benden, benim ülkemin genetik materyali çalıyorsunuz. (Tapuk Kanı için söylüyor bunları..) Osman Durmuşun dediğini yapıyorsunuz. Bizden alamazsınız, almamalısınız. Eğer benim ülkem bunu (testleri) milli olarak yapacaksa yapsın. Ama Milli olarak yapılmıyor.. Hacettepe Üniversitesi alıyor onu. Oradan da yurt dışına yollanıyor.! Olmaz böyle şey."
Yine Oktar Babuna Meselesinde; 1999’da 120 bin kan örneğimiz ABD’ye kaçırıldığında Sağlık Bakanı Osman Durmuş "Gen haritamız çalındı!" demişti. Daha pek çok ilginç ve müthiş şeyler söylemişti. Bunların hepsini daha önce detaylı bir şekilde yazmıştım malum..
İşte anlatmaya çalıştığım bu büyük tehdit, bugün her gün ortalama 3.000 bebeğin topuğunda devam ediyor..
İKTİDARA ÇOK AÇIK ÇAĞRI: BU VEBALİN ALTINDAN KALKAMAZSINIZ.!
AK Parti iktidarına soruyoruz: Bu KVKK değişikliğini NEDEN yaptınız?
Milletin en mahremi olan verileri ve bebeklerimizin genetik kodlarını acaba kimin talebiyle ya da ne karşılığı açtınız?
Hadi diyelim ki ÖNGÖREMEDİNİZ.! Yani siyasi bir KÖRLÜK.! Siyaset yaparken, siyasetçi diye geçinirken velev ki SİYASİ BİR KÖRLÜK diyelim, öyle farz edelim.. Peki ama ya şimdi?
Hakikatler bu kadar çıplak gözükürken neden hala susuyorsunuz?
Eğer gerçekten samimi iseniz, bu vatanı ve yavruları düşünüyorsanız, bu ihanet gibi algılanan KVKK değişikliğini derhal iptal edin de görelim.! Samimiyeseniz hadi yapın lütfen.. Çünkü bu değişiklik, kamu yararı açısından son derece sakıncalı sonuçlar doğurabilecek niteliktedir ve mutlaka yeniden değerlendirilmelidir..
Aksi halde dökülen her damla kanın ve ortaya çıkan rezil neticelerin vebali doğrudan sizin omuzlarınızdadır!
İhtiyar Sırtlanların Son Çırpınışı.!
Karşımızdaki tablo nettir: "Altına belkide bez bağlayan bir avuç sapkın moruk, ölümsüzlük hırsları ya da çeşitli tutku ve fantezileri için 8 milyar insanın hayatına bela olabiliyorlar" diye düşünüyorum.
Özetle; İlaç karteli sizleri haplara bağımlı yapar, Epstein ise dünya liderlerini ve önemli isimleri o hapları üretenlere ve de o güce şantajla bağımlı yapar..
Topuk kanı ise, dijital diktatörlüğün biyometrik bir anahtarıdır.!
Narko-politika; uyuşturucuyla zihni, borçla cebi, topuk kanıyla ise soyu kontrol etme sanatıdır.
DNA'sını ve verilerini koruyamayan bir millet ise, biyolojik köleliğe mahkûmdur!
BÜYÜK VİCDAN ÇAĞRISI.! ÇOCUKLARIMIZIN SESSİZ ÇIĞLIĞINI DUYUN!
Ey Vicdanını Kaybetmemiş Anne ve Babalar!
Ve Ey İnsanlık!
Bağdat Halifesi sarayında otururken “bana bir şey olmaz” diyordu. Ama evlatlarını barbarların atları altında kaybetti.
Tarih bize şunu da öğretti; Gaflet'in bedeli evlatla ödenir.!
Bugün “sağlık taraması” denilerek alınan o bir damla topuk kanı, aslında evladımızın genetik geleceğini modern Hülagülerin insafına bırakmak değil midir?
O bir damla kan, yarınlarımızın küresel sofralarda meze edilmesine bir rıza belgesi değil midir?
Depremde kaybettiğimiz çocukların, o meçhule sürüklenen masumların ahı arşı titretirken bizler nasıl susabiliriz?
Susmak, zulme ortak olmak demek değil midir.?
Şunu biliniz ki; Bir damla kanın peşinde milyarlarca dolarlık rant kovalayan o vicdansız akıllar, çocuklarımızın genetik kodlarını kendi çıkarları için yakıt olarak görmektedir.
Bu bir sağlık meselesi değil;
bu bir ruh, beden ve hukuk gaspıdır.!
Bu aynı zamanda; VELAYETİ ortadan kaldırma ve çocukları DEVLETİN MALI yapma projesi gibi gözükmektedir.!
Eğer bugün sizler susar ve teslim olursanız, yarın evladınızın gözlerine bakıp “Seni koruyamadım yavrum, seni kendi ellerimle harcattım” demenin yükünü bir ömür boyu taşırsınız.
Sustuğunuz gün aslında celladınıza aşık olduğunuz gündür. Sustuğunuz gün, onun hesabına iş yaptığınız gündür!
Bu yüzden diyorum ki;
Bu feryadı duyurun, paylaşın, çoğaltın!
Çünkü zulme rıza da zulümdür.
Çünkü bedenlerimiz Allah’ın bir emanetidir.!
Asla bir kartelin veri deposu değildir..
Selam, dua ve hürmet ile…
Yorumlar
Kalan Karakter: