Bir Köyü Olmalı İlla İnsanın
....Ramazan ayı yaklaştığında kıtır gevrek yufkalar yapılır üst üste yığılır, üzeri temiz bir çarşafla örtülürdü. Sahurda tere yağlı tava böreği yemek; Uyandırmakla görevli davulcu Memet ağanın börek kokusunu duyduğu için söylediğini bildiğimiz;
“Eski cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur amma
Arkadaşım börek ister”
manisine hepbirlikde gülmek ve bir kağıda sarıp pencereden uzatarak börek vermek ne hoştu. İlk oruç denemelerimizde babamızın bizi cesaretlendirmek için ödül koyması, oruç başına ve öğrendiğimiz her sure için para vermesi; Akşam ezanına yakın oruç tutabilmiş olmanın gururuyla çok acıktım, bayılacağım diyerek annemize naz yapmak; Heyecanla muhteşem iftar sofrasının hazırlanmasını beklemek ve Rab’bimizin emrine uyabilmiş olmanın onuruyla iştahla bizlere lütfu olan eşsiz nimetlerini yemek ne güzeldi. Hele iftar sonrası telaşla yetişilmeye çalışılan teravi için yılda bir ay, başımı kokusunu ömrümce unutmadığım anneciğimin güzel yemenilerinden biriyle örterek annemlerin peşine takılıp kadınlar bölümü olan teras katında da olsa caminin uhrevi havasını koklayabilmek; Camimizin temizliği görevi sıramız geldiğinde çok merak ettiğim minberi, işli duvarları, halıları uzun uzun incelemek ne doyumsuzdu...
.....Her yıl bağ bozumu tam bir şenlik olurdu. Çevre illerden gelen yatılı amelelerin kızlarından yeni arkadaşlarım olmasına çok sevinirdim. Kurban keserek kazanlarla yemekler yapılıp yatılı amelelere ziyafet vermek sonraları unutulan güzel bir geleneğimizdi. Üzümlerin kurutulacağı sergi yerleri otlardan temizlenir büyük bir çukurda hazırlanan özel bir çamurla sıvanarak hazırlanırdı. Ameleler tarafından kesilen üzüm salkımları özel dereceyle hazırlanmış potasyumlu su bulunan büyükçe bandırma kazanında küfelerle bandırılarak metal, oluklu özel bir tabla üzerinde suları süzüldükten sonra bu kez de serilmek üzere sergiye taşınırdı.
Güneşte kuruyan üzümlerin alt üst edilmesi, kuruduğunda salkım saplarının tırmıkla ayrılması, küçük çöplerin de yüksekçe bir varilin üzerine çıkarak küfeyle yavaş yavaş dökmekle rüzgarla savrularak ayıklanması ayrı ayrı maharet isteyen emeklerdi. Rüzgar kesildiğinde yeniden esmesi için Haydar Haydar es es diyerek bir tekerleme söylenmesinin kimbilir nasıl bir sebebi hikmeti vardı. Kuruyan üzümler sıkıca çuvallara doldurulup üst üste yığılırdı. Ailecek verilmiş bir yıllık büyük emeğin sonucu çok değerli olan ailenin geçim kaynağı mahsulümüzü seyretmek büyük keyifti. Hele birde devlet güzel fiyat vermişse değmeyin keyfimizeydi.
Tabii her yıl aynı olmazdı. Bazı yıllar tam bağlar açarken ayaz olur, soğuk vurur, ürün yarı yarıya düşerdi. Bazen de çok yağmur yağar salkımlar pornos denilen bir hastalığa yakalanırdı. Ya da her şey yolunda gidip tam üzümleri sermişken yine yağmur yağar kuruması gereken üzümlerimiz ıslanırdı, Üzerlerini rüzgara rağmen naylonlarla örtmeye çalışmak ne büyük stresti.
Anneciğimin kurumuş üzüm yığınlarımız ani bastıran yağmurdan ıslanmasın diye yorganlarımızdan bile vazgeçip üzümlerimize örttüğünü hatırlıyorum. Hele bir keresinde üzümlerimiz sergideyken gece yarısı kedimizin yavrularını alıp gelip annemin göğsüne koymasıyla bizi uyardığı o sel felaketi ne korkunç olmuştu. Çamurlar içinde kalan üzümlerimizi tekrar toplayıp artezyen kuyumuzda yıkayarak yeniden kurutmaya çalışmıştık ailecek. Uğraşmasak bir yıllık emeğimiz heba olacak, sonraki bir yıl ne yiyecektik, zarar büyüktü ve ne kadar kurtarsak kardı.
Mahsullerimiz satılırken bağımızda kalan neferge üzümlerden pekmez kaynatma günleri doyumsuzdu. Özel teknelerde çuvallara koyup çiğneyerek çıkarılan şıralar Kemaliye köyü tepelerinden kazılıp getirilen özel pekmez toprağıyla kazanlarda kaynatılırdı. O muhteşem kokuyu ömrümce unutmadım. Kazanların etrafında çömelerek heyecanla bekler, boşaltılan kazanları yalamaya doyamazdık.
Aklımda oynarken söylediğimiz “Dolapda pekmez, yala yala bitmez!” tekerlemesi olurdu. Arılar da vızıl vızıl şölene dahil olur, kısmetlerini almaya çalışırlardı. Son partide kazanlara bağımızın kenarındaki ağaçlardan topladığımız ayvalar dilimlenerek eklenir, reçel, peksimet yapılırdı.
Bir kış boyunca yiyeceğimiz olacak olan bahçemizden toplanmış sebzeler kurutulur, salçalar yapılır, susamlar büyükçe iki özel taş arasında ezilir, pekmezle karıştırıp yenmek üzere hazırlanırdı. Bahar aylarında taze asma yaprakları salamura yapılmış olurdu. Kışlık nevalelerimiz hazır olduğunda okullar açılmadan önce köyümüze dönerdik.
İlla Aşk /Adevviye Şeyda
Orda bir köy var, uzakta
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
Orda bir ev var, uzakta
O ev bizim evimizdir.
Yatmasak da, kalkmasak da
O ev bizim evimizdir.
Orda bir ses var, uzakta
O ses bizim sesimizdir.
Duymasak da, tınmasak da
O ses bizim sesimizdir.
Orda bir dağ var, uzakta
O dağ bizim dağımızdır.
İnmesek de, çıkmasak da
O dağ bizim dağımızdır.
Orda bir yol var, uzakta
O yol bizim yolumuzdur.
Dönmesek de, varmasak da
O yol bizim yolumuzdur.
Ahmet Kutsi Tecer
Yorumlar
Kalan Karakter: