Kendimizi Sevme Zamanı
Yalnız Rabbine sığınmak, güvenmek ve O’na, kendine sarılmakmış meğer aşk!..
Yirmi yıl önce başlayan zor hastalıkla mücadele sürecimin ilk zamanlarından beri kendimce bazı taktikler geliştirmek durumunda kaldım mecburen. İlk yıllar yalnız değildim, evliydim, çocuklarımız da yanımızdaydı ancak eşim subay olduğundan hiç izin alamaz, benimle tedavilerime gelemezdi. Çocuklarım ise üniversite ve lisede öğrenci olduğundan mümkün değildi yanımda olmaları. Dayanma gücümü artırabilmek adına kendimi ödüllendirme taktiğini uygulamaya başladım. Doktorlar ya da diğer sağlık personeli canımı fazlaca yaktığında kendime ya yemek ısmarlardım çıkışta, ya da çiçek, çok istediğim bir hediye alırdım. Bu gelenek haline geldi zamanla.
Kırk yaşımda yakalandığım ilk meme kanserinden on bir yıl sonra, kanser nedenlerini bertaraf edememiş olmalıyım ki diğer göğsümden, ikinci evrede farklı bir cins meme kanserine yakalanmıştım. Üstelik bu kez tek başımaydım. Bu uyarıyı ciddiye almaya kararlıydım. Ameliyat sekelleri, dikişlerin keratid olması, üstüne bir de radyo terapi yanığı olunca; üç araç değiştirerek tedaviye gidip geldiğim İzmir’in kırk derece üzerinde sıcağında terim yarama değdikçe yaraya tuz basılmış dayanılmaz acısıyla dayanma sınırım epey zorlanmıştı. Artık kendimi sevmenin, kendimi mutlu etmeye çalışmanın, ilgiye, hediyeye boğmanın zamanıydı. Öyle de yaptım. Kimseden sevgi, ilgi beklemeden, kendi omzuma yaslanıp ağladım, kendi yaramı kendim sardım!
Yedinci ve son ameliyatım öncesi hac malzemeleri satan bir mağazanın önünde aniden durarak, umreye gitmek istiyorum, hem de şimdiden kıyafetlerimi almak istiyorum, tedavilerim biter bitmez gideceğim inşallah diyerek ablamı şaşırtmış ve almıştım. Her şeyin yolunda gideceğine, iyileşebileceğime inancımın ispatı bu davranışımla gücümü nereden aldığım da belli olmuştu. Dediğim gibi tedavilerim biter bitmez, o yorgun, halsiz halimle yine tek başıma gittim.
O doyumsuz kutsal toprakları, sevgili peygamberimizin dolunayla apayrı bir anlam kazanan, ürperten güzellikteki mekanını ve Kabe’yi görebilmek çok iyi geldi.
Tavaf esnasında yeşil ışıklı çizgiye her gelişimizde selam verirken sanki oradan bize bakıp selamımızı alıyormuş gibi hüngür hüngür ağladığımız Rabbimizin evini görebilmek ne tanımsız bir duyguydu. Gözyaşları içinde dualarımla elli bir yılın acısını, tortusunu orada bıraktım, gücüme güç kattım çok şükür.
Ablamın oğulları olan yakışıklı, dünya iyisi doktor yeğenim Yasin'im randevularımı almış, hastanemi, doktorlarımı ayarlamış; Mühendis yeğenim Ferhat'ım da anneler gününde çocuklarım adına çiçeklerimi getirip yurt dışında oldukları için gelemeyen evlatlarımın yokluğunu doldurmuşlardı Allah razı olsun.
Ameliyathaneden çıktığımda sonradan kızımın telefonla arayarak zorlamasıyla geldiğini öğrendiğim; kendisi beyin ameliyatı olduğunda üç günü ayakkabılarım çıkmadan sandalyede olmak üzere üç hafta gece gündüz refakat ettiğim, yıllarca tedavilerine taşıdığım çocuklarımın babası, kötü halimi görmeye gelmiş gibi geçmiş olsun deyip ameliyathaneden odaya kadar bile refakat etmeden çekip gitmişti.
Dünyayı karşıma alarak inandığım, uğruna kendimi ne zor durumlara düşürdüğüm insan telefonla bir geçmiş olsun bile diyememişti. Hayatımı, sağlığımı kimler için heba ettiğim gerçeği çok acıydı...
Zor ve uzun tedavi sürecinde, her anımda yanımda hep olduğu gibi sadece Rabbim vardı. "Allah kuluna kafi değil mi?" dedi. Başka kimseye ihtiyacım olmadığını öğretti bana çok şükür…
Dikişlerim alındığı gün çıkışta haydi abla kebapçıya gidiyoruz dediğimde çok şaşırmıştı ablam. Ogün iskender yedik birlikte. Sonraki günlerde göğsümdeki direnler çekildi, çok daha fazla canım yandı. Çıkışta yine kebapçıya gittik ve sipariş öncesi, ağlamaklı, acılı yüz ifademle; bugün iskender kurtarmaz, patlıcanlı kebap yemeliyim dediğimde ağlamaya ve bir taraftan da gülmeye başladı ablam. Hayranım ben sana canım kardeşim, nasıl böyle olabiliyorsun aklım almıyor diyordu.
Ameliyattan önceki günlerde bizi evlerinde misafir eden dünya iyisi dünürleri Nihal hanım ve Recai bey evlerinin çatı katını ayırıp on beş gün misafir ettikleri yetmezmiş gibi bir de arabalarıyla her gün hastaneye getirip götürmüşlerdi Allah razı olsun.
Biyopsi alınma, sonuç öğrenme zamanlarında, giyinip süslenip, özenle saçlarımı tarayarak hazırlanmam, arabanın radyosunda çalan şarkı- türkülere eşlik ederek hastaneye gidip gelmem karşısında zaten ikisi de şaşkın şaşkın epey izlemişlerdi beni. Onlar benden çok daha üzgün ve endişeliydiler hep. On beş günlük o sürecin sonunda ikisi oturup konuşmuşlar ve gelip bana bir itirafları olduğunu söylediler. İtirafları şuydu;
Biz on beş günde anladık ki, hasta olan sen değilmişsin, bizmişiz, senden çok şey öğrendik. Tebessümle yetindim. Derdi veren dermanını verdiği gibi sabrını, dayanma gücünü de veriyor elhamdülillah dedim sonra.
Tek başıma olduğum son yedi yılda doğum günü, anneler günü, bayram gibi özel zamanlarda da hiç mahrum etmedim kendimi. Kendime hediyelerimi peşin peşin aldım. Geçtiğimiz yıllarda bir anneler gününde yurt dışında, doktora tezi bitirme ve pilotluk eğitimi stresindeki çocuklarıma "Bana hediye alamadınız diye üzülmeyin yavrularım, ben sizin zamanınızın olmadığını biliyorum, benim de kimsenin bana hediye almasını, mutlu etmesini bekleyecek halim- vaktim yok artık, o yüzden sizin adınıza aldım, dilerseniz sonra ödersiniz ücretini." dedim skype görüşmemizde. Alemsin sen anneciğim diyerek güldüler ikisi de.
İstanbul'daki son kontrollerimden evime döndüğümde hem böbrek üstü bezimdeki yeni risk, yüksek tansiyon, ödem gibi nedenlerle artan rahatsızlığım hem de tatsız bazı olayların peş peşe gelmesiyle biraz bunalmış, paylaşacak kimsem de olmadığından karamsar karamsar yazılara döküyordum. Sonunda bu böyle olmaz Adevviye Şeyda, toplamalısın bir şekilde kendini, moral bulmalısın dedim ve giyinip süslenip çıktım akşam üzeri.
Kendime yine yemek ısmarladım önce, çayımı da içtim üzerine ve dönüşte market alışverişimi yaptım. Kuru derede bir mağazada ne zamandır aradığım tam en sevdiğim sarı çiğdem çiçekleri gördüm; Hem onları hem de yine hayranı olduğum yeşil cam meyveliği kendime hediye olarak aldım. Bu arada enerjim bitmek üzereydi yürüdüğümden. Hemen taksi çağırdım. Evin önünde indiğimde çocuklar bahçedeydi.”Şeydaaa teyzeeee!” diyerek koşuştular her zamanki gibi ve hemen kucağımdaki çiçekleri kimin aldığını sordular.
Kendim, kendime çiçek aldım dediğimde yüzlerindeki ifadeyi görmeliydiniz. Ne garip kadın şu Şeyda teyze diyorlardı içlerinden kesin, kimsenin yapmadığı şeyleri yapıyordu sürekli. Hemen verdim cevaplarını tabii, "Ne yani, çiçek alacak kimsemiz yok diye çiçeksiz mi kalsaydık?" dedim. Üst komşum hakim Mustafa bey de o anda oradaymış, eğilmiş bir işle uğraşıyormuş meğer, başını kaldırıp yüzüme bakarak o da tebessüm etti çocuklarla birlikte cevabıma, iyi yapmışsınız der gibiydi. Bence de. Çok iyi yaptım hem de. Afferin bana!
Yalnız Rabbine sığınmak, güvenmek ve O’na, kendine sarılmakmış meğer aşk!..
İlla Aşk /Adevviye Şeyda
Yorumlar
Kalan Karakter: