Aşk'a Kul Olmak
Badire dolu hayat imtihanı ve sonbaharında tasavvuf okuma şansı, ilahi Aşk yolculuğuyla bu günlere nasıl gelindiği özeti olarak tanımlayabileceğim İlla Aşk kitabımdan bir bölüm; yazılma ve paylaşım gayesi olan, benzer yaşanmışlıkları olan kırık gönüllere dokunabilmesi, moral- güç vermesi, umut ışığı olması dileğim ve Bozdağların eteğinden sevgilerimle...
AŞK'A KUL OLMAK
.....Her şeyin geçici olduğuna ispat gibi yaşananlar. İyi ki bol bol fotoğraf çekmişim. İyi ki yazılarımla da ölümsüzleştirmişim güzellikleri. Kitabımı okuyanlar hep bir yerlerde o güzelliklerin hala var olduğu hayaliyle mutlu olurlar inşallah. Bugün son yazımı da yazayım istedim. Bu yazı bugüne kadar ki yazılarımın ve inşallah ısrarla beklediği 2018 yılının ilk aylarında çıkmak nasip olacak olan hatıralarımı ve manevi yolculuk birikimlerimi yazmaya çalıştığım kitabımın sebep olabileceği yanlış yönlendirmeleri bertaraf etme gayeli.
Başta belirtmek isterim ki, hayatta her şey öncelikle kısmet işi. Takdirde varsa, kısmetse kimse engel olamaz, yoksa da ne yapsanız olmaz. Tabi ki bizim de niyetimiz ve gayretimiz çok önemli. Okunan kitaplar da vesile olabiliyor. İnşallah benim hatıralarımı, birikimimi aktarmaya çalıştığım kitabım da böyle güzelliklere vesile olsun isterim. Hatalara değil.
Kitabımla vermek istediğim mesajlardan ilki Kur'an'ımızın da İlk emri olan okumak konusunda. Ancak okursak içinde bulunduğumuz durum ne kadar müşgil olursa olsun illa bir çıkış yolu bulabiliriz. Okumazsak bu şansımız olmaz. Ve tasavvufta hep belirtildiği gibi illa niyetimiz, gayretimiz çok önemli. ilk yapılması gereken de samimi bir tövbe. Büyük- küçük tüm günahlardan tövbe etmek ve bir daha işlememeye azmetmek. Gıybet, her türlü haram, yalan, haset, gurur, riya ve kibir de dahil tabii.
İlk başta son mesnevihan Şefik Can Dedenin karşıma çıkan röportajında dediği gibi, madem bu yola niyet ettiniz öncelikle çok ve illa doğru kitapları okumalısınız. Kur'an-ı Kerim Meali ilk sırada ve defalarca hatim. O zor ama kutlu 2011 yılında mealden aralıksız yedi kez hatim gibi okumuştum örneğin. Dokuz yıldır okumaya da devam ettim.
Siz samimiyetle istediğinizde sizin okumaya ihtiyacınız olan kitaplar sırasıyla, zamanı geldikçe size buldurulur. Elinize gelir adeta.
Benim naçizane önerim emin olabileceğimiz alimlerimizin-velilerimizin kitapları. Yazarının kim ya da kimler olduğu, kime hizmet ettiği meçhul kitaplardan uzak durun derim. Ahir zaman hengamesinde pek çok kitapta şeytanın taktiği olan doksan dokuz çalıntı doğru bilgi arasında şirk sebebi bir yanlışı kabul ettirme tuzağı var maalesef.
Pir Hoca Ahmed Yesevi yolunda Anadolu Erenlerimizin, Abdulkadir Geylani, İmam Gazali, Ahmet Er Rufai, Yunus'umuz, Mevlana'mız, Dr. Münir Derman, Hacı Ahmet Kayhan ve Sabri Tandoğan Hocamız gibi nice alîm-velilerimizin irşada kafi kitapları dururken sır verme vaadi gibi bir tuzakla piyasada yüzbinler satan kitaplarla insanlarımız hem oyalanıyor, hem parasını kaybediyor, hem de yanlışlar doğru olarak zihinlerine kazınıyor, hatta hiç farkında olmadan şirke düşüyorlar ne yazık ki.
Aklıma gelen bunlar olduğu için yazdım. Okuduğum her kitabı yazamam elbette. İmam Gazali'de okudum, Şirazi'de. Halk kütüphanesine üye oldum. Tasavvuf bölümünde önüme çıkan her kitabı okudum. Okuduklarıma ek olarak yaşadıklarımla hızlandırılmış uygulamalı eğitim gibi oldu benimki biraz geç kalmış, yorgun ve hasta bir aşk yolcusu olduğum için belki. Bu çok zor ama çok da güzel, en kestirme denilen yolun nasip olması için kırk sekiz yıllık badire dolu bir hayatla sınandım çünkü.
On üç yaşımda başlayan okuldan alınma ve evlendirilmeye kalkışılma gibi badireler. Ankara’da yatılı okul yılları, seksen ihtilali öncesi hengamesinde ve sonrasında gençliği bekleyen ayrı tuzaklarla doluydu. İki kansere kadar uzanan bir dizi otoimmün ciddi hastalık, yedi ameliyat, ağır tedaviler, asker eşi olarak çok zor bir evlilik, savaş, terör koşullarında askeri hastane laboratuvarlarında nöbetli, stresli, yorucu bir iş hayatı ve çocuklarımın da sorunlu büyüme evreleri gibi. Hepsini yazmaya kalksam okumaktan bile yorulurdunuz ki onların hepsi tek tek ayrıntıları ile yaşandı, atlatıldı Rab'bimizin yardımıyla çok şükür.
Tam artık çile, yorgunluk bitti, emekli oldum, yavrularımı büyütüp yuvadan uçurdum, mutluluk dolu bir ikinci bahar beni bekliyor hayallerinde iken de bambaşka bir zor dönem başlamış meğer. Son on yılım da öncekini aratır hayal kırıklıkları, paramparça olmuş gönül kırıklıkları ile geçti.
İkinci kanserden Manisa'da bir gece de olsa psikiyatri kliniklerine kadar uzanan bir dizi zor imtihan, tuzak. Üzerine üç buçuk yılı bilfiil kendi evimde, sonrası gelip giderek anne baba sorumluluğu, kardeşlerle, geçmişinle yüzleşmekle ikinci imtihan. Bu arada sürekli hastalık, bolca maddi sıkıntı ve kimseye dayanmama zorunluluğu vardı. En yakınların dahil herkesin seni kınaması, deli gözüyle bakması da cabası. Hala da sürüyor ve sürecek de anlaşılan zor imtihanlar, tuzaklar.
Niyet demiştim; yirmi yedi yıllık evliliğim bütün iyi niyetime, çabama rağmen bittiğinde, nasıl bitirdiğim de imtihandı elbette. Yine illa iyi niyetle, yapıcı olarak, sonuna kadar kurtarmaya gayret ederek ve medeni, iyi bir insanın yapması gerektiği gibi. Evlenirken nasıl güzeldi ise yine öyle güzellikle...
Kavgalı, hakaretli, yıkıp dökerek değil. Mal, para koparma derdiyle sürüncemede bırakarak hiç değil. Tüm iyi niyetine, sabrına, gayretine rağmen onuruna dokunulduğu an tek kuruşunu da, nafakasını da istemiyorum diyerek tek celsede. Sadece dört yüz elli lira emekli maaşın ve üstelik kanserle savaşıyor olduğun halde üstelik. Beş yıl daha kararı tebliğ etmemek ve birlikte yaşamakla şans vererek. Evi bozmadan, hatta lüzumsuz eşyaları ayıklayıp, temizleyip bırakarak. Makineleri kullanmayı öğreterek. Nelere dikkat etmesi, işleri nasıl halletmesi gerektiğini sıkı sıkı tembihle detaylı izah ederek.
Son akşam yemeği için mükellef bir sofra hazırlayarak ve gözyaşları içinde duygulu bir veda konuşması yaparak... Bir yıl daha yurt dışından çocuklarım gelecek diye gelip evi temizleyerek, yemekler yaparak. Hala düzelme umudu kalmayınca bir yıl sonunda mecburen tamamen bitirerek.
Bu kadar ayrıntıyı yazılarımdan etkilenmekle mesajla sıkıntılarını anlatan kardeşlerime yanlış örnek oluyor olmam endişesi nedeniyle yazmak zorunda kaldım. Evliliğin daha ilk yıllarında efendim mutlu değilim, her şey çok güzel, eşim çok iyi bir insan ama aşk yok, ben aşk istiyorum, sizin gibi olmak, yeniden hayat kurmak istiyorum diyen kardeşlerim için yazıyorum. Bu düşünceniz çok yanlış. Boşanmak da evlilik kadar haktır ancak Allah'ımızın hiç sevmediği bir hak. Sabır sınavını vermeden, imtihan sınırını aşan koşullar yokken ayrılmak iyilik getirmez bilesiniz. Büyük hataya düşersiniz.
Aşk yolu öyle def çala çala, zevki sefa ile yürünen, güllük gülistanlık bir yol değil. Aşkın olmazsa olmaz imtihanı yağmur gibi belalarla sınanmak var. Akıl sağlığını yitirme riski var. Boşuna Şeyda adı verilmez. Aşkın ayaklarını yerden kesen tatlı anları karşılığı burnundan getiren tokat gibi yüzünde patlayan dayanılmaz acı gerçeğiyle yüzleşmek var.
Yıkılan hayallerinin enkazının altından tek başına yıllarca çıkabilmeye çabalamak var. Bütün rahatını, tüm sevdiklerini, her şeyini kaybetmek var. Çok acı, çok uzuuun bir sabretmek var! Bir zamanlar ki hayallerine karşıdan bakacağın evinin dibinde yıllarca ve belki de kalan ömrünce tek başına yaşamak var. Hem de şikayetle değil; sonsuz şükürlerle, sevgiyle, huzurla, duayla, hizmetle, illa aşkla!
Sekiz yıldır televizyon izleme dahil, klasik kadın günleri, tatile, eğlenceye gitme gibi bütün olağan alışkanlıklar bitti. Zorunlu durumlarda kalabalık, dünyalık sıradan sohbetli ortamlara bir iki saat zor dayanıyor hemen evime kaçmak istiyorum. İşlerimi yapıyor, ibadetlerimle, hatta akşamları ışıkları bile yakmadan bahçe duvarının üzerindeki ve mutfaktan vuran loş ışıkla kedimle koltuğumda oturup dağımı seyrediyor, zikirlerimi yapıyor ya da okumam, yazmam gerekenlerle meşgul oluyorum. Maneviyat konulu sohbet ya da sorusu, danışmak istediği bir şey olduğu için arayan olursa konuşuyorum. Sıkıntılarını anlatarak danışma gayeli mesajlara yetişebilmeye çalışıyorum. Aşk yolculuğunu hala istiyorsanız buyrun…
Bu sabah bulamadığım bir tetkik sonucumu ararken, son ümitle sık açmadığım salondaki kapaklı sepetin içine baktım. Ne zamandan kaldığını bile hatırlamadığım bir poşetin içinde bir müjdeci böcek görüp çok üzüldüm. Bari çiçeklerimin dibine gömeyim düşüncesiyle poşeti hafifçe ters çevirip halıya düşmesini sağladım. Kanatları dağılır korkusuyla nazikçe yerden almak üzere dokunduğum an canlı olduğunu anladım ve gözlerime inanamadım. Belki haftalardır bir poşetin dibinde nasıl canlı kalabildiğine hala inanamıyorum. En azından çok halsiz kalmıştır uçamaz, ne yer, ne içer, ne yapsam ki diye düşünürken pır diye uçuverdi. Gitmesin içeride kalsın istedim ama ısrarla dışarı çıkmak istedi. Tel kapıyı açıp uğurladım daha önce de Rab’bimizin rızasını kazanabilmek ve onların iyiliği için vazgeçmek, uğurlamak zorunda kaldığım giden tüm sevdiklerim gibi…
Kimbilir bana hangi müjdeyi bugün vermesi gerekiyordu ki bunca zaman bir sepetin içindeki poşetin dibinde bekledi ve belkide artık dışarı çıkıp başka bir müjde yolu gözleyene de müjdesini götürmesi gerekiyordu. Gelene sevinçle hoş geldin dediğimiz gibi gidenlere de güle güle demeyi bilmek gerekti...Yaşamak takdire rıza ve şer görünende gizli hayrı, güzellikleri görebilmekle güzeldi…
Yaşadığım tüm şehirlerde belkide tek aradığım şey, penceremden gökyüzünü, dağları ve bir tane de olsa illa ağaç görebilmekti. Çiçekler, hayvanlardan da kuzular, kediler hep olmazsa olmazlarımdı.
Yedi yıldır tek ve her an yanımda bulunan, acılarımı dindiren, yaralarımı saran Rab’bimin lütfuyla bu hayallerim gerçek oldu çok şükür. Zor hayatım ve Rab’bimin hatrına sabrettiklerim, vazgeçtiklerimin karşılığı ödül gibi hissettiğim, mabedim gibi huzur bulduğum, doyamadığım huzur yuvamı verdi Rab’bim bana çok şükür. Bu doğayla iç içe ortamda hayatımı birde yazarak gözden geçirmek, yaşadıklarımı ve hissettiklerimi yazmak, sonucun tüm yorgunluğa, zorluklara değdiğini görmek ilaç gibi geldi.
Balkonumda, hanımeli kokuları içinde yağmurlarla hasbihal ettim, seher yelleriyle ağlaştım. Dağ eteği uhrevi gizemi, sessizliğinde, ay ışığında böceklerin, kuşların zikrine eşlikle zikir sefalarımda hayal bile edemeyeceğim güzellikler yaşadım…
Dağda rüzgarın etkisiyle oluşan zeytin ve çam ağaçlarının uğultusu, kuzuların melemesine karıştığında bambaşka hallerde, başka bir alemde hissederim kendimi; o rüzgarın ve kuzuların sesi; Tıpkı Ahmet Kutsi Tecer'in;
Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar: -Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Aşıkıyım beni çağıran bu sesin.
Gün olur sürüyüp beni derbeder,
Bu ses rüzgarlara karışır gider.
Gün olur peşimden yürür beraber,
Ansızın haykırır bana: -Nerdesin?
Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız ona verdim ben,
Elverir ki bir gün bana derinden,
Ta derinden bir gün bana “Gel” desin.
Dediği Nerdesin şiirindeki ses gibi asıl yurduma çağırır gibi gelir, içim titrer heyecanla, ürperirim. Gurbet neresidir, hasret neyedir bilemem...
Çocukluk aşklarımdan olan doru ve kır atlarımızdan beri atları da hep çok sevdim. Ağabeylerimle bağ evimizden atlarımıza binerek yan meradaki sığır ve koyun sürüleri için yapılmış uzunca oluklu, sürekli akan çeşmeden sulamaya gittiğimiz anlara ait kareler hiç silinmedi zihnimden, gönlümden. Hele 2013 baharında, on bir yıl sonra biyopsi sonucuyla belirlenmiş ikinci taarruz şokuyla ameliyat gününü beklerken evde dinlenmek yerine kendimi içimdeki ukdelerden Kazdağlarına attığımda rastladığım o mahzun bakışlı at ne çok etkilemişti beni. Kollarımı uzatıp sarılarak göz göze söyleştiğimiz, ağlaştığımız o ilahi aşkın lezzetiyle hüzün dolu uhrevi anları ne doyumsuzdu.
Tam da yılkı atları düşmüş gönlüme ben iflah olmam diyordum o günlerde kendi kendime. Tam bir yılkı atı gibi hissediyordum kendimi. Terkedilmiş, yorgun, kırgın. İçimde uçsuz bucaksız bir özgürlük isteği. Alıp başımı gitmeliydim dağlara, bilinmeyen diyarlara. Arayanı, soranı, merak edeni olmayan bir kimsesiz. Zamansız, mekansız, hesapsız, uçsuz, bucaksız, beklentisiz an'lardan ibaret huzur dolu ebedi hayattı dileğim sadece...
"Demedim mi bu hasret bitirir seni,
Ay dolanır gider yalnız kalırsın."
dediği gibi Yavuz Bülent Bakiler'in; gün gelir ne yar kalır, ne dost, ne de evlat. Herkes dersini alıp kendi yoluna gider. Hayat devam eder illa aşkla. Yaşadıklarından dersini çıkarıp, en yorgun, gönlü kırık halinle yüce Rab'binin eşsiz öğretilerinin ışığıyla hayatını ilmek ilmek yeniden dokumak durumunda kalırsın. Kolayı seçip, başkalarını suçlamaya devam ederek, ahu vah ile kalan ömrünü de heba etmek ya da hatalarını kabulle ve telafiye gayret ederek, dosdoğru yolunda ışığa doğru umutla yürümek. Seçim hep olduğu gibi senindir.
Yaşananların, aşkın bütün gayesi de budur zaten. Bütün karın aşk uğruna değişebilmek, gelişebilmektir. İnşallah vakti geldiğinde pür-u nur bir halde aşkın asıl sahibine tertemiz gönül evini açabilmek, zamanı geldiğinde selim bir kalple, gönül rahatlığı ile huzura çıkabilmektir. Bu uğurda yaşanan her acı, çekilen hasret, dökülen her damla gözyaşı da eşsiz lütuftur elbette. Hepsi O en sevgilinin seni içinde bulunduğun gafletten kurtararak, saçının perçeminden tutup yavaş yavaş kendine çekmesidir.
"Aşkın gücüyle yaşıyor insan yaşarsa" demiş ya Ümit Yaşar Oğuzcan; ve ancak aşkla bakıp, aşkla yaşayabilenler tadına varabiliyor hayatın, tüm güzelliklerin. İmkansız zannedilen tüm zorluklara dayanmak, insan üstü denecek düzeyde bir güçle her şeye yetişebilmek de ancak aşkla mümkünmüş meğer. İlla aşkla!.
Gönlüm daraldığında dağlara ve gökyüzüne bakarım hep; Yaradan'ın azametini idrak eder derdimin küçüklüğünü anlarım, illa rahatlarım... Rab'binin hatırına sabret, Allah kuluna kafi değil mi ve hiç kimse kendisi için gizlenen mutluluğu bilemez dediği ayetleri tutunduğum en emin dayanağım oldu en zor zamanlarımda. Ne zaman daralsam, sabrım tükenme sınırına gelse hemen karşıma çıkar, kulaklarımda çınlarlar, yeniden doğmuş gibi olurum. Allah var gam yok elhamdülillah derim. Tek dostum, sırdaşım, sığınağımdır O tek emin olan El- Emin! Aşk ateşiyle temizleyip, özümüz olan aşkıyla yoğuran, mahlasımı da, kendimi de AŞK yapanım benim!
Hep olduğu gibi, bir sabah vakti karşıma çıkan bir ayet-i kerimenle de kırık, mahzun gönlüme derman oldun, yorgun bedenime güç verdin; Tek bir ayet-i kerimenle bile nelere kadirsin ey yüce Rab'bimiz !.Senin darılıp terketmen dışında hiç bir şey korkutamaz bizi. En dayanılmaz acılar, en onmaz yaralara dayanmamızı sağlıyorsun her şekilde elhamdülillah. Biraz sızlansak, yalnızız diye serzenişte bulunsak hemen, "Allah kuluna kâfi değil mi?" der paylarsın utanırız. Ve ne zaman işler arap saçına dönse, ne yapacağımızı bilemesek,"O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır." dediğin ayetinle; haydi bakalım, görelim nasıl bir karar verip ne kadar güzel bir iş yapacağınızı der, en doğru şekilde düşünmeye, en doğru karara, davranışa yönlendirirsin. Öyle ki, bu karar, davranışta başka hiç kimsenin hakkımızda ne düşüneceği, ne söyleyeceği, işin sonunun nereye varacağı umurumuzda olmaz. Varsa yoksa Rab'bimiz ne der, hoşnut olur mu bu kararımız, davranışımızdan olur kıstasımız elhamdülillah.
Her an, her türlü tuzaktan, hatadan hep sana sığınır, ayetlerine tutunuruz. En zor imtihanlarımızda bile, dayanabilmek için gereken sabrı, hedefe ulaşabilmek için gerekli gücü veren de Sen'sin. En zorlandığımız anlarda "Rab'binin hatırına sabret!" deyip yanımızda olduğunu hissettiren de. Nasıl sabretmem senin hatrın söz konusu olunca yüce Rab'bim. Sen yeter ki affet, küçük hatalarımızı mazur gör, şans, güç vermeye devam et inşallah.
Dosdoğru yoluna yöneltişine, kabul buyurup terbiye edişine, tüm lütuflarına sonsuz şükür. Layık olabilmeyi, hakkını verebilmeyi de nasip eyle, daim eyle;
"Rab'lerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabrederler ve namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açıkça Allah yolunda harcarlar ve çirkinlikleri güzelliklerle yok ederler. İşte bunlar, bu hayatın akıbeti kendilerinin olacak olanlardır." dediğin ayetine de mazhar eyle. Amin ya Rabbi!
Kulun AŞK
İlla Aşk /Adevviye Şeyda
Yorumlar
Kalan Karakter: