Hayatımızda derin izler bırakan, saniyeler içinde dünyamızı altüst eden o sarsıntı. İlk sarsıntı geçtiğinde nefes almayı hatırlayan beden, ruhunda bıraktığı izleri çok daha uzun süre taşır. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Korku, sessizce gelip yüreğimize yerleşir ve her an bir başka deprem olacakmış gibi yaşarız.
Duvarların titreyişi, dolap kapaklarının açılıp kapanışı, karanlıkta yankılanan çığlıklar… Sarsıntının bitmesiyle her şey normale dönüyor gibi görünse de, aslında o korku içimizde filizlenmeye başlamıştır. Zamanla küçük bir rüzgarın cama vurması bile kalbin hızlı atmasına sebep olur. Bir deprem uyarısı haberi, içimize bir anda yayılan o tanıdık korkuyu tekrar canlandırır.
Kimi zaman bu korkuyla baş etmek zor gelir. Kendimizi güvende hissettiğimiz yerler, birer tehdit gibi görünür. Uyku kaçıran düşünceler, her an tetikte olma hali, yalnız kalma isteği… Tüm bunlar, depremin ruhumuzda bıraktığı izlerin yansımalarıdır. Peki bu korkunun bizi esir almasına izin mi vermeliyiz? Yoksa onunla yüzleşip, yeniden güç bulmayı mı denemeliyiz?
Bu sorunun cevabı, elbette kolay değildir. Ancak insan, en karanlık anlarında bile umudu yeniden bulmayı başarabilir. O korkuyu kabul etmek, onunla savaşmaktan daha sağlıklıdır. Bu duygunun geçici olduğunu bilmek ve sevdiklerimizle paylaşmak, iyileşmenin ilk adımıdır. Yalnız olmadığımızı bilmek, bazen en güçlü ilaçtır.
Ve zamanla, o korkunun sesi azalır. Eskisi kadar güçlü değildir artık. Kalp daha sakin atmaya başlar. Umut, adım adım geri döner. Yaşanan her şeyin hayatın bir gerçeği olduğunu, ama bu gerçeğin bizi daha güçlü kılacağını fark ederiz.
Sonuçta, deprem gibi korkular da bizi dönüştürür. Belki daha temkinli, daha duyarlı, ama kesinlikle daha güçlü bireyler haline getirir. Çünkü insanın içindeki dayanma gücü, doğanın en güçlü sarsıntılarından bile daha büyüktür.
Yorumlar
Kalan Karakter: