Hepimizin zaman zaman kaygılandığı, bir sınav öncesi ya da önemli bir konuşma arifesinde kalbimizin hızla çarptığı, avuçlarımızın terlediği anlar olmuştur. Bu, hayatın doğal bir parçasıdır. Ancak ya bu kaygı, gündelik yaşamın önüne geçiyor, uykunuzu bölüyor, nefesinizi kesiyor ve sizi sevdiklerinizden bile uzaklaştırıyorsa? İşte bu noktada karşımıza çıkan şey sıradan bir endişe değil, bir anksiyete bozukluğudur.
Anksiyete, psikoloji literatüründe en sık karşılaşılan ruhsal bozukluklardan biridir. Dünya genelinde milyonlarca insanın hayatını etkiler; ama ne yazık ki çoğu zaman göz ardı edilir, hatta kişilik özelliği sanılarak “hassas”, “kuruntulu”, “takıntılı” gibi etiketlerle açıklanmaya çalışılır. Oysa anksiyete bozukluğu, bireyin işlevselliğini ciddi biçimde düşüren ve tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlıktır.
Bu bozukluk farklı şekillerde karşımıza çıkabilir: Yaygın anksiyete bozukluğu, kişinin sürekli ve sebepsiz bir endişe hali içinde olmasıdır. Panik bozukluk, aniden ortaya çıkan yoğun korku ataklarıyla seyreder. Sosyal anksiyete, bireyin başkalarının yanında küçük düşme korkusuyla sosyal ortamlardan kaçınmasına neden olur. Bazı bireylerde bu bozukluklar birbirine eşlik eder, günlük hayatı tamamen kilitleyen bir tabloya dönüşebilir.
Peki neden bu kadar yaygın? Çünkü çağımız, belirsizlikle yoğrulmuş bir dönem. Ekonomik endişeler, gelecek kaygısı, sürekli değişen toplumsal yapılar, başarı baskısı ve dijital dünyadaki kıyas kültürü, bireyin zihninde sürekli bir “ya kötü bir şey olursa?” sorusunu diri tutuyor. Zihin, tehdidi ortadan kaldırmak için sürekli tetikte kalıyor; ama bu durum bir süre sonra yıpratıcı hale geliyor.
Anksiyete bozukluğu, kişinin yaşamını kontrol etmesine engel olabilir. Ama sevindirici olan şu ki: Tedavisi mümkündür. Bilişsel davranışçı terapi, gevşeme teknikleri ve gerekirse psikiyatrik destek, bu bozukluğun yönetilmesinde oldukça etkilidir. Önemli olan, bireyin bu durumu utanılacak bir “zayıflık” değil, bir yardım çağrısı olarak görmesidir.
Toplum olarak da anksiyeteyle baş eden bireylere daha anlayışlı, daha destekleyici bir dille yaklaşmamız gerekiyor. Çünkü ruh sağlığı, fiziksel sağlığımız kadar somut ve önemlidir.
Unutmayalım: Kaygı, yok edilmesi gereken bir düşman değil, yönlendirilmesi gereken bir duygudur. Onu anlamak, onunla başa çıkmanın ilk adımıdır.
Yorumlar
Kalan Karakter: