Sabah kalkınca yapılacaklar listesi hazır. “Bugün halledeceğim” diyorsun. Belki sadece bir mail atmak, bir ödeve başlamak ya da bir randevu almak gerekiyor. Ufak bir şey... Ama saatler geçiyor. Bir şeyler izleniyor, mutfakta fazladan zaman geçiriliyor, telefonda “beş dakika” denip bir saate uzanılıyor. Gün bitiyor. Ve iş? Yine yarına kalıyor.
Bu hepimizin yaşadığı bir şey. Adı da oldukça tanıdık: Erteleme.
Ama çoğu kişi bunun basit bir “tembellik” olduğunu sanıyor. Oysa bu davranışın kökleri psikolojide oldukça derin. Ve bazen bu bir sendrom haline geliyor: Kronik erteleme sendromu.
Erteleme, çoğu zaman kaygının ve mükemmeliyetçiliğin bir dışavurumu. Yapacağımız iş gözümüzde büyüyor. Kafamızda “ya kötü olursa?”, “ya yetersiz hissedersem?” gibi düşünceler dönüyor. Ve bilinçaltı devreye giriyor: “Başlamazsan, başarısız da olmazsın.” Böylece anlık rahatlamayı tercih ediyoruz. Ama bu rahatlama kısa sürüyor. Yerini suçluluk, stres ve zaman baskısı alıyor.
İlginçtir ki, bazı insanlar baskı altında daha iyi çalıştığına inanır. Ama aslında bu, beynin acil durum modunda panikle üretmesidir. Kalite düşer, yaratıcılık azalır, zihinsel yorgunluk artar. Ve kişi her döngüde kendine daha çok yüklenir.
Peki bu döngü nasıl kırılır?
Öncelikle, ertelediğin için kendini suçlamayı bırak. Çünkü bu bir karakter zayıflığı değil, bir başa çıkma mekanizması. Ardından, işi gözünde büyütmek yerine küçük parçalara böl. “Tüm sunumu yap” yerine “5 dakika kapağı hazırla” demek bile fark yaratır. Ve en önemlisi: kendine şefkat göster.
Unutma: Erteleme, aslında zihninin “şu an hazır değilim” deme şeklidir. Bazen önce zihinsel yükleri hafifletmek gerekir ki gerçek işe yer açılsın.
Bu bir sendromsa, çaresi de bilinçtir. Fark ettikçe, değiştirebilirsin.
Yorumlar
Kalan Karakter: