Mesleği insanla uğraşmayı gerektiren herkes gibi ben de ‘iletişim’ kavramı ile çok haşır neşirim. Daha iyi iletişim kurmak için neler yapabilirim diye düşünmekle beraber bu konuda verilen ‘hap’ tavsiyelerin her zaman sonuç kesin vereceğinden emin değilim. Çünkü iletişim kalıplara sığdırılabilecek; şöyle yaparsanız böyle olur diye reçetesi ya da tarifi verilebilecek bir kavram değil bana göre.
Hatta insana, duygulara ve iç dünyamıza ait hiçbir durumun bu tarz tanımları, kesin ve net sonuç verecek tarifleri olmadığını savunurum.
Fakat ilişkilerimizi sağlıklı yürütebilmek için sağlanması gereken belli başlı koşullar, dikkat edilmesi gereken hususlar olduğu kesin.
Nihayetinde incelikli bir iş ‘insanlarla anlaşabilmek’ bu incelikleri dikkate almadığımız sürece anlaşmak, ortak bir değer yaratmak, bir fikir üretebilmek ve onu geliştirebilmek mümkün olmuyor. Bunlar olmadığı sürece konuşmalardan istenilen sonuç alınamadığı gibi verilen emeğin heba olma durumu da söz konusu olabiliyor.
Şayet ilişkilerimizi ‘çekişmeli’ değil ‘anlaşmalı’ yürütmek istiyorsak özellikle dikkat etmemiz gereken iki unsur: zaman ve ortam .
Her insanla aynı şekilde konuşulamayacağı gibi; aynı kişiyle de her yerde ve her zaman aynı şekilde konuşulamayacağını bilmek gerekir. Kendimizin olduğu kadar karşımızdaki kişilerin de içinde bulundukları durumu, ortamı, zamanı hatta fizyolojik ihtiyaçlarını bile dikkate almamız lazım.
Evet şaka değil, fizyolojik ihtiyaçlar insan tepkileri ve kararları üstünde oldukça belirleyici bir etken.
Bununla ilgili yapılmış bir önemli çalışma var. 2011 yılında yapılıyor.
Cezaevinde kalmakta olan iki hükümlünün, şartlı tahliye kurulunun önüne çıkması planlanmış. Biri öğle yemeğinden hemen önce 11.20’de ; diğeri yemekten sonra 13.45’te kurulun önüne çıkıyor. Aynı suç, suçluların özellikleri ve ceza süreleri aynı. İlk hükümlünün şartlı tahliyesine izin verilmezken diğer hükümlü için karar olumlu çıkıyor. Tabii bakılıyor neden bu böyle diye ve duruşma saatlerinin farklı olduğu görülüyor. Bu şekilde incelenen bin tane yargı kararı sonucunda, yemek saatinden sonraki kararlarda tahliye şansı %65’e çıkarken, yemek öncesi için en düşük değer %20’ye inebildiği görülüyor. Temel sebep: AÇLIK
(D. EAGLEMAN, Beyin,syf:147)
Bu durumu bizler de yaşıyoruz; açken, uykusuz kaldığımız günlerde, ağrımız varken bizden talep edilenlere ne kadar anlayışla yaklaşabiliyoruz hatırlayalım. Çok da ılımlı olamayabiliyoruz böyle zamanlarda.
Dolayısıyla hem işte hem özel hayatımızda; konuşmalarımızda ya da taleplerimizi söyleyeceğimiz zamanlarda, muhatabımızın ne durumda olduğuna dikkat edersek daha avantajlı olabiliriz diye düşünüyorum.
Ne söylediğiniz değil, nasıl söylediğiniz önemli denir ya hani benden de bir küçük ekleme olsun: Ne söylediğiniz önemli; bunun yanında nasıl, nerede, ne zaman söylediğiniz de önemli. Hepsine dikkat etmek zor haklısınız ama insanla uğraşmak sabır isteyen, çetrefilli bir iş.
Bazı incelikleri bilmekte fayda var, ne dersiniz?