İnsan, tanımak istedi en başından beri. Önce kendini sonra diğerlerini, dünyayı, olup bitenleri tanımak için uğraştı.
Bunca bilimsel gelişmenin, dünyayı hem bu kadar küçük hem bu derece karmaşık hale getiren iletişim ağının, şiddetin, sevginin, yozlaşmanın… Kısaca insan dair, insanın ürünü olan ne varsa temelinde yatan belki de en önemli arzu ‘’Tanımak’’
Tanımadığımız hiçbir şeyi anlamlandıramıyoruz, olması gerektiği yere koyamıyor, baş etmemiz gereken bir durumda onun üstesinden gelemiyoruz. Bu hem insan için hem durumlar ya da olaylar için geçerli.
Dünyayı insan için daha anlamlı hale getirmenin temel ve en zor şartlarından biri ‘ tanımak’.
Zor dedim çünkü bırakın başkalarını insanın kendini tanıyıp anlamlandırması bile emek isteyen, zaman isteyen, değişik koşullar içinde bulunmayı ve bu koşullarla mücadele etmeyi gerektiren bir süreç. Bunu daha iyi anlatabilmek için JOHARİ PENCERESİNDEN bahsetmek isterim. Psikolog Joseph LUFT ve Harrington INGHAM tarafından oluşturulan bu dört odalı modeli kısaca şöyle anlatabiliriz.
Birinci oda: AÇIK ALAN diye tanımlanır. Kendimize dair hem bizim bildiğimiz hem de başkalarının bizi gördüğü alan.
İkinci oda: GİZLİ ALAN: Bizim bildiğimiz fakat başkalarının bilmediği taraflarımız.
Üçüncü oda: KÖR ALAN: Başkalarının bildiği fakat sizin bilmediğiniz taraflarınız (Benmerkezci olmak, eleştiriye tahammülsüz olmak vs.)
Dördüncü oda: BİLİNMEYEN ALAN: Hem bizim bilmediğimiz hem de başkalarının bilmediği taraflarımız. Evet, kendimizi bile tanıyamayabiliriz çünkü uygun koşullar ve durumlar içerisinde nasıl davranacağımızı ancak o koşullar gerçekleştiğinde görebiliriz.
Kendimiz için bile tam bir tanıma söz konusu değilken diğerlerinin asla tam olarak tanınamayacağı sonucuna varabiliriz. Peki bu ‘tanımadığımız’ insanlarla ne yapacağız derseniz, bu konuda her zaman temkinli olmakta fayda var.
Çok insanla tanışmak ve hatta aynı insanla çok zaman geçirmek bile o kişiyi tam olarak tanıdığımız anlamına gelmiyor. Sanıldığı gibi insanlarla tanıştıkça, zaman geçirdikçe değil insana dair bilgi edindikçe, diğerleriyle uğraşmaktansa kendimizi anlamaya yöneldikçe, farklı kültürleri ve yaşantıları anlamaya çalıştıkça ‘’tanımaya dair’’ kapıları aralayabiliyoruz.
Bize düşen; karşılaştığımız insanları anlamaya çalışırken onun sadece görünen özellikleriyle var olmadığını bilmek, kişinin arka bahçesinde var olan özelliklerinin, yaşantılarının, büyüdüğü ortamın, fikren ve ruhen beslendiği kaynakların onun görülen tarafına olan etkisinin farkına varmak. Bir davranışı sadece o anki durum ile değil o koşulları ortaya çıkaran geçmiş yaşantıları da göz önüne alarak değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır.
‘Dünyayı ve insanları tanımaya çalışmanın yanında bir o kadar çabaya değer olanının insanın kendisini tanımasıdır.’ düşüncesinin yolunuzu aydınlatması dileğiyle…
Yorumlar
Kalan Karakter: