Bir uzman olarak danışan koltuğunda en sık karşılaştığım duygulardan biri kaygı. Aslında “rahatsızlık” demeden önce durup düşünmek gerekiyor: Kaygı, insan olmanın doğal bir parçası. Sınava girmeden önce, önemli bir görüşme öncesi ya da sevdiklerimizin sağlığıyla ilgili bir belirsizlik yaşadığımızda kaygılanmamız son derece insani. Sorun, kaygının hayatın direksiyonuna geçip bizi arka koltuğa oturttuğu noktada başlıyor.
Modern yaşam, kaygıyı beslemek konusunda oldukça cömert. Sürekli ulaşılabilir olmak zorundayız, hızlı kararlar vermeliyiz, başarılı olmalı, mutlu görünmeli ve tüm bunları yaparken de hata yapmamalıyız. Sosyal medyada başkalarının “kusursuz” hayatlarına bakarken kendi eksiklerimizi daha yüksek sesle duyar hale geliyoruz. Kaygı tam da bu boşlukta ortaya çıkıyor: “Ya yeterince iyi değilsem?”, “Ya bir şeyleri kaçırıyorsam?”, “Ya kontrolü kaybedersem?”
Kaygı bozukluklarında en sık gördüğümüz şey, zihnin sürekli geleceğe kaçmasıdır. Henüz olmamış senaryolar defalarca yaşanır, ihtimaller kesinmiş gibi algılanır. Beden de bu düşüncelere eşlik eder: Kalp çarpıntısı, nefes darlığı, mide sıkışması, kas gerginliği… Zihin “tehlike var” der, beden alarma geçer. Oysa çoğu zaman ortada gerçek bir tehlike değil, belirsizliğe tahammül edemeyen bir zihin vardır.
Toplumda kaygıyla ilgili en büyük yanlış inanışlardan biri, “Güçlü insanlar kaygılanmaz” düşüncesidir. Oysa tam tersine, sorumluluk sahibi, düşünen ve önemseyen insanlar kaygıya daha yatkın olabilir. Buradaki mesele kaygıyı tamamen yok etmek değil, onunla kurduğumuz ilişkiyi değiştirebilmektir. Kaygıyı bastırmaya çalıştıkça genellikle daha da güçlenir. Dinlenmek isteyen ama susturulan bir çocuk gibidir; sesini duyurmak için daha çok bağırır.
Peki ne yapabiliriz? Öncelikle kaygıyı düşman ilan etmekten vazgeçmek iyi bir başlangıçtır. “Şu an kaygılanıyorum ve bu zor bir duygu ama geçici” diyebilmek, kişinin kendisiyle kurduğu dili yumuşatır. Nefese dönmek, bedeni sakinleştirmek ve zihni “şimdi ve burada”ya davet etmek küçük ama etkili adımlardır. Her düşünceye inanmak zorunda olmadığımızı fark etmek ise en dönüştürücü becerilerden biridir. Zihin bir ihtimal üretir; bu onun görevidir. Bizim görevimiz ise bu ihtimali gerçek sanıp hayatımızı durdurmamak.
Elbette kaygı, bazı durumlarda profesyonel destek gerektirecek kadar yoğun ve işlev bozucu olabilir. Uyku, iş, ilişkiler etkileniyorsa; kişi sürekli kaçınma davranışları geliştiriyorsa ya da bedensel belirtiler yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürüyorsa, bir uzmandan yardım almak güçsüzlük değil, kendine gösterilen bir özen biçimidir.
Kaygı bize şunu hatırlatır: Kontrol edemediğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Belki de asıl huzur, her şeyi kontrol etmeye çalışmayı bırakıp belirsizlikle birlikte yürümeyi öğrenmekte gizlidir. Kaygı geçtiğinde değil, kaygıya rağmen hayat devam edebildiğinde iyileşme başlar. Ve bazen en büyük cesaret, sakin olmak değil; titreyen dizlerle de olsa adım atabilmektir.
Yorumlar
Kalan Karakter: