İşte M.Ö. 1500 yıllarında Beytülhalim’de Yahudi krallığının başında Hirodes, ömrünün son yıllarında amansız uyuz hastalığına yakalanır. Sanki binlerce karınca bedenini küçük vahşi çeneleriyle bıkıp usanmaksızın kemiriyor. Kralın hekimleri, Mısır’dan Hindistan’a kadar dünyanın her yerinden tüm merhemleri denediler, dahası kafalarını kaybetme korkusuyla buldukları kötü kutsanmış otu, şifalı bitkiler kitabının tarifine uygun olsun olmasın, suda, yada yağda karıştırılıp banyolar hazırladılarsa da nafile. Kuduz köpekler gibi ağızdan köpükler saçan kral, çektiği acılar sebebiyle gün geçtikçe daha da sinirleniyor, derdine çare bulamazlarsa bütün hekimleri çarmıha gerdireceğini söylüyordu. Hekimlerin tedavisi iyileştirme bir yana yaralarını daha da azdırıyordu. Titreme nöbetlerine tutuluyor, kendini yerden yere vuruyordu, kıyafetinin altındaki karıncalar çoğalıp etini kemirmeye devam ettikçe gözleri yerinden fırlıyordu. En kötüsü ise son günlerinde başlayan yanmaydı. Sarayda yayılan dedikodulara göre kralın edep yerine musallat olan kurtçuklar onu canlı canlı yiyordu. Hirodes’in çığlıkları gece gündüz sarayın koridorlarında yankılanıyor, hizmetçileri gece gündüz uyanık tutuluyor, kralı görünce de sığınacak delik arıyorlardı. Hirodes, nereye gitse pis kokular yayılıyor, giysilerine, boyalı saçlarına sürülen onca esans bir fayda sağlamıyordu. Yalnız tek derdi acısı da bu değildi. Bir de hastalığı nedeniyle tahttan indirileceği vesvesesi içine düştü. Kurtlar dışını kemirdiği gibi, kıskançlık kurtları da içini kemirmeye başladı. Artık bütün bunlardan sonra tek bir şey vardı; onu hayata bağlayan, dinmek bilmeyen öfkesi. Hekimlerle nöbetçiler eşliğinde, bir tahtırevanla hainleri tespit etmek için muhafızlarıyla sarayı bir baştan diğer başa dolaşıyor, her köşeye pusu kurmuş olduklarını hayal ediyor, uzunca bir süredir koltuğunun elinden alınacağı vesvesesi bedenini yiyen kurtlardan daha acı veriyordu kendine. O anda rastgele duruşunu dahi beğenmediği bir kişiyi el işaretiyle askerlerine havale ediyor. Onu gözünün önünde kanının akıtılmasından büyük haz duyuyordu. Hatta bir gece rüyasında kendisine kılıç sallayan oğlundan bile şüphelenerek her iki oğlu Mariamne ile Aristobul’u, kendisine komplo kurmak, görevi kötüye kullanmak ve kibirli davranmakla suçlayıp boğdurttuğu kendi öz oğullarının cesetlerini bile huzur içinde seyretmek suretiyle büyük haz duymuş, bedeninin kemiren kurtçukların verdiği acı ve sızıyı bir an olsun unutmuştu. Sonunda bedenini kemiren kurtçukların verdiği ızdırapla çıldıran, bir deri bir kemik haline gelen ünlü Kral Hirodes, kendisiyle beraber imparatorluğu da Roma imparatorluğu tarafından tarihin çöplüğünde yok edilmiştir.
Zalimlerin, kendini büyük görüp ilahlık taslayan nice “ büyüğüm” diyen insanların sonu nedense hep beyin hasarı ile sonlanmıştır. Nemrut’un ölümüne burnundan giren bir sineğin verdiği acı ve ızdırap, (kaldı ki o zaman mikrop bilinmiyordu belki de bu bir mikroptu ) “ Din Afyondur. Dini ortadan kaldıracağım” iddiasıyla 1917 ihtilalini yapıp Rusya’nın başına geçen Lenin daha 52 yaşında iken beyninde bir değil binlerce sifülüs adlı kanser mikrobunun verdiği acı ve ıstırapla çıldıran Lenin,( çığlıkları çıvar evlerden duyulur hale gelince en yakın arkadaşı Stalin daha fazla acı çekmemesi için iğne ile öldürülmesine müsaade etmiştir) Allah’la savaşa kalkan ve ünlü Babil kulelerini yaptıran Buhtunnasır, hafızasını kaybederek ömrünün son on yılını kendinin“ öküz” olduğuna inanarak öküz gibi yaşaması. Bunların örneklerini çoğaltabiliriz. Allah hiçbir şeyi ihmal etmiyor, mühlet veriyor. Bu mühlet içinde kendisine verdiği akılla gerçeği bulamayan insanları da Bektaşinin sözüyle sonunu getiriyor “ Allah’ın yumruğunun sedası yoktur vurdu mu da devası yoktur” vesselam.
İnsanlar yaşlandıkça önce cinsel isteklerinden vazgeçer, sonra maldan mülkten ama koltuktan bir türlü vazgeçemezlermiş. Tarihi hakikatler de bunu gösteriyor. Uzağa gitmeye gerek yok. Son devrin zalimlerine bakın; Şah Rıza Pehlevi’ye en yakın dostları mezar bile vermedi, Saddam yer altında fare gibi yakalandı. Kaddafi lağım çukurunda öldürüldü, Çavuşeskonun durumu hepinizce malum sarayında kurşunlandı. Suriye’de kana doymayan Nusayri ailesinin büyüğü Hafız Esat Hama’da 40.000 insanı katletti. Oğlu Eset de Rusya ve İran’ın vesayetiyle oturduğu koltukta ülkesinde insan bırakmadı. Allah ömür verirse bu zalimin sonunu da hep beraber göreceğiz.
İslam’ın ilk şehit ailesi Hz. Sümeyye ve oğlu Ammar ibni Yasirdir. Ebu Cehil, bu sahipsiz ailenin İslam’ı reddetmesi teklifini kabul etmeyince, öfke ve kibrinin sonucu mızrağı Sümeyye’nin göğsüne sapladığında akan kandan korkarak “ Eyvah!..Korkarım ki akan bu kan, yeni akacak kanlara sebep olacaktır.” diyerek hayıflanır. Nitekim Bedir harbinde de Ebu Cehil’in kanı dökülmüştür.
Çünkü tarihte haksız yere dökülen kanın temizliği yine kanla olmuştur.
Not: A- B fark etmeksizin Manisa’ya bir çivi ile de olsa hizmeti geçenleri tespit ederek “ Manisa’nın Değerleri” adlı kitabımda yer verdim. İçinde bulunduğumuz hata Manisa’nın başarılı eğitimcisi ve siyasetçisi Lisemiz öğrencilerinden Sayın Semih BABALAN beyi de HEDEF EĞİTİM ve ETÜD MERKEZİNDE ziyaret ederek, hem yeni çıkan kitabımı takdim ettim, hem de eğitim üzerine güzel ve verimli bir sohbetimiz oldu. Zaman ayırıp beni misafir eden eğitimde olduğu kadar Siyasette de başarılı bir çizgi yakalayan CHP İl Başkanı Sayın Semih Balaban bey kardeşime başarı dileklerimle teşekkürlerimi sunuyorum. www.kadirkeskin.net

Yorumlar
Kalan Karakter: