Derin bir iç çekiş, masada bekleyen bir fincan kahve ve sessizliğin en delici, en vurucu tonda gürültüsü...
Zihnimde cevaplanmayı bekleyen onca soru varken, ben kelimelerle arınmanın; olmazlara duyduğum tutarsız güvenin ve kendi halindeliğin muazzam ihtişamına kapılmayalı kim bilir ne kadar zaman oldu.
Sahi, ben kimdim özümde?
Öyle katı kuralları olan, soğuk, yüzüne bakılmayacak bir yalnızlığın çaresini bulmak için terk edilmiş bir molekül parçacığı mı; yoksa yalnızlığın demini tutturmak için onca kalabalığın içinde bir yudum sıcaklık arayan alelade bir zerre mi?
Kelimelerin âdeta nutkumu kestiği, birbirine asla değmeden raks ettiği bir melodi var beynimin içinde.
Ben "kendini arayışın sessiz çığlığı" diyorum, sen ne isim veriyorsun bilemem ama...
Bugün, tüm varlığımla kendimi bulmak için terk ettiğim bir tutam sevginin hesabını sormaya çalışırken buldum kendimi.
Benim nezdimde yürütülmeyen ama bir şekilde içinde bulunuverdiğim birçok rol biçilmişti hayat hanemde.
Peki, bu sonuncuyu gerçekten istediğim için mi yaşadım?
Yitik bir şehir gibi hissettiğimi anlamaya çalışıyorum hayli zamandır.
Kalabalıklar arasında bize biçilmiş kimliklerimizle var olmaya çalışan onlarca insan içinden biri olmak mı; yoksa yalnızlığın da bir eylem olduğunu idrak edebilecek kadar kendini tanımak mı daha zor, bilinmez.
Sahi sen kimsin?
Bilinmez bir yolda ilerlemeye cesareti olan o gözü kara insanlardan mısın, yoksa finali bilmeden yola çıkamayan kimselerden biri mi?
Bir noktadan sonra fark ediyorsun:
İnsanın, kendi iç huzurunu başkasının varlığına emanet etmesi, sürdürülebilir bir yanılgı değil.
İçini daraltan, zihnini yoran, seni senden uzaklaştıran her şeyin—ne kadar değerli görünürse görünsün—aslında bir yük olduğunu idrak ediyorsun.
Ve insan, kendi yükünü hafifletmedikçe yürüyemez.
Belki de mesele, kimsenin kalmamasında değil; senin herkesi taşıma çabanda saklıydı.
Zira herkesin, yeri geldiğinde gitme hakkı var.
Ama senin, kendi içinde kalma sorumluluğun var.
Kalıcı olamayanları sonsuzlukla anlamlandırmak, zamanı kandırmaya çalışmaktır.
Halbuki bazı ilişkiler yalnızca belli bir mesafeye kadar taşınabilir.
Ve o mesafeyi geçmeye çalıştığında, bağ dediğin şey baskıya dönüşür.
İşte bu yüzden artık tutmuyorum.
Gidenin ardından cümle kurmuyor, kalanla da bağımı yeniden tanımlıyorum.
Çünkü insan, önce kendiyle barışmadan kimseyle sahici bir yolculuğa çıkamaz.
Sonuçta, her şey gelip geçici. İnsanlar, yollar, bağlar...
Fakat seninle kalan tek şey sensin.
Yorumlar
Kalan Karakter: