Hayli zamandır konuşuyorum içimdeki ben’le… Birikmiş cümlelerin ardında saklanan bir boşvermişlik var; her defasında derin bir nefes alıyor ve üzerini kapatıyoruz nice şeyin. “İnsan kulaktan zehirlenir” derler ya; belki de bu yüzden duymuyoruz birçok şeyi. Aman o içimizdeki iyicil taraf zarar görmesin diye. Kulağımı kapatıp yazmak istedim bugün: uzun süredir zihnime konu olan, bizzat şahit olduğum bir toplumsal mesele…
Sosyal medyanın görünürde modern bir iletişim aracı, gerçekte ise çoğu zaman bir “depolama alanı” haline geldiği şu dönemde; her gün yeni bir bilgi yüküyle karşı karşıya kalan çocuklarımızın bu sanal dünyanın gölgesinde nasıl savrulduğunu gözlemliyoruz. Kimilerinin “berbat bir yer” diye yaftaladığı; kimilerinin ise hâlâ “ama…” diyerek savunduğu bir korkulu rüya.
Bazen düşünüyorum; sosyal medya yokken daha mı iyiydik gerçekten? Yoksa kötülük hep vardı da sadece görünür değildi? Kendini bilen her zaman bilirdi; ama kötülük içimizde hep bekliyordu. Belki de şimdi sadece daha hızlı yayılıyor, daha çabuk bulaşıyor.
Yıllar önce çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. Henüz on beşinde… O dönemde de “saf” diyebileceğimiz türden. Bugün de aynı masumiyete “naiflik” deriz muhtemelen. Hepimizin korkulu rüyası “yanlış arkadaşlıklar” girdabına sürüklenmiş, ilk ve en ağır dersini daha çocuk yaşta almıştı. Ailesi elbette vardı; fakat yaşadığı badire sadece ismini temizlemekle sınırlı kalmış, yıkılan köprünün tamiri yerine yeniden bombalanmasına seyirci olmak zorunda kalmıştı.
Uzun zamandır görmüyordum. Bugün, hiç beklemediğim bir anda kapımı çaldı. Oturduk, konuştuk, sustuk… Tek başına nelerle mücadele ettiğini anlattı. Sosyal medyayla bitmeyen bir görünürlük, bitmeyen bir değerlendirilme hali içinde… Evlilikler, boşanmalar ve hayata karşı kazanılmış kendi iç zaferleri…
Dinlerken düşündüm: Yıllar önce bu kadar kötülük varken, içinden geçmeyi başaran çocuklardık biz. Şimdi ise çocuklarımıza kötülüğü tanıtıp, iyiliğin ölçüsünü öğretmeye çalışan anneleriz. Çünkü fark ettik ki, fazla iyilik bile bazen kötülüğe kapı aralayabiliyor.
Bugün sosyal medya sadece bir araç olarak sunulsa da, aslında çocukların benlik gelişimini sessizce şekillendiren bir alan. Görünen taraf eğlence… görünmeyen yüz ise kıyas, yetersizlik hissi, değersizlik tuzakları… Çocuklarımız büyürken yalnızca gerçek dünyayla değil, dijital dünyanın yapay gerçekliğiyle de mücadele ediyorlar.
Bütün bu yaşadıklarımın ardından fark ediyorum ki; mesele sosyal medyanın varlığı değil, çocuğun karakter gücü. Belki de en büyük görevimiz, çocuklarımıza “hayatı idame ettirecek kadar zekâ”, “kendini savunacak kadar özgüven” ve “iyi ile kötüyü ayırt edecek kadar bilinç” kazandırmak. Toplum olarak yapabileceğimiz en güçlü şey; sosyal medyanın çocuklar üzerindeki etkilerini sadece tartışmak değil, bilinçli kullanıcılar yetiştirebilmek. Çünkü güçlü karakter, en iyi filtredir.
Sevgili arkadaşıma gelince… Öyle bir bükmüş ki dünyanın bileğini; bugün, kendi imkânlarıyla mis gibi bir çocuk yetiştirmiş. Sosyal pili hepimizden yüksek. Üstelik bir evliliğin, bir boşanmanın ya da tek başına bir çocuk büyütmenin hiçbir zorluğu; insanların sorgusuz ön yargılarından daha acı değildi onun için.
Yıllar önce hak ettiği ama ancak bugün kavuştuğuna inandığım o haklı duruşla, yeniden kendi yoluna döndü. Tek başınalığın aslında bir yenilgi değil; bazen en zor zafer olduğunun ispatıydı bu dönüş. İçimden hayran oldum; aynı anda saygı duydum, düşündüm, durdum. Ona dair cümle kurmadan uğurladım. Zira istemedim içimdeki iyicil tarafın zehirlenmesini.
Bugün geriye dönüp bakınca görüyorum ki; sosyal medya her şeyi görünür kılarken, görünmeyen gerçek sadece karakterdir. Ve bazı insanlar, kendisiyle savaşırken dahi, başkalarına güç vermeyi başarır.
Dipnot
Her çocuğa süslü bir dünya değil, sağlam bir benlik bırakmak gerekir. Çünkü bazen tek kahramanlık; “iyi kalabilmeyi” başarmaktır.
Yorumlar
Kalan Karakter: