Sokaklar kalabalaştıkça insanlar yalnızlaşıyor. Pandemiden önceki bir
Ramazan ayında, bir fırının önünde pide kuyruğunda beklerken tesadüfen bir
emekli bir asker arkadaşla tanıştım. Selam verip “Nasılsınız?’’ diye
sorduğumda: “ Hiç de iyi değilim. “ diye cevap verdi.
“ Hayrola bir rahatsızlığınız mı var?” dediğimde, “ Allah’a şükür hiçbir
rahatsızlığım yok. Ancak çok yalnızım sanki Manisa bir hapishane, ben de
içinde bir mahkûmum. Hiç dostum, arkadaşım yok.” diye derdini dökmeye
başladı.
Annemizi, babamızı ve kardeşlerimizi Allah takdir ediyor ama dostlarımızı,
arkadaşlarımızı kendimiz seçiyoruz. Sosyal hayat da ancak dostlarla yaşanılırsa
bir anlam ifade eder. Ancak dost kazanmak o kadar da kolay değil. Fedakârlık
ister. Amerika’da 500 telefon konuşmasını teybe alıp tahlil etmişler. İçinde tam
3900 tane “ben” kelimesi çıkmış. Dostluklar “ ben “ kelimesi ile kurulmuyor.
Her dilde en önemsiz kelime “ ben” en önemli kelime de “ biz”dir.
Düğün, nişan törenlerinde, okullarda ve pikniklerde çektirdiğimiz fotoğraflar,
saklayacağımız en iyi anılarımızdan biridir. Fotoğrafı elimize alır almaz neye
bakarız? Tabii ki kendimize… Eğer biz tesadüfen güzel, genç, şık çıkmışsak
yanımızdakiler nasıl çıkmışsa çıksın, resim iyi çekilmiş demektir. İnsan, kendi
kendinin aşığıdır. İnsan kendini ve kendi aklını beğenmezse çatlar, ölürmüş.
Kendimizi elbette beğeneceğiz ama bu beğenme başkalarını küçük görme yolu
ile olmamalıdır. Kendini üstünlük duygusuna kaptırıp kendinden başka her şeyi
kara gören, en basit sözlerden alınan, aşağılık kompleksi içinde dünyayı hem
kendisine hem de çevresindekilere cehennem eden insanlar, dost kazanmak
istemeyen insanlardır.
Günlük hayatımızda öyle insanlarla karşılaşırız ki ya bizi görmemezlikten
gelirler ya da selam vermeyi küçüklük sayarlar yahut gözümüzün içine bakarak
ilk önce bizim selam vermemizi isterler. Her ne şekilde olursa olsun karşımızdan
somurtarak gelen insana gülümseyerek selam verdiğimizde hemen onlar da
gülerek selamımızı alırlar. Çinliler:“ Gülümsemesini bilmeyen insan, dükkân
açmasın.” derlermiş. Gülümseme bütün dillerin ortak bir anlaşma vasıtasıdır.
Meşhur İslam Âlimi İmam-ı Gazzâlî: “Somurtan bir insanın yüzünde tam
kırk tane kas çalışır, tebessüm eden insanın yüzünde ise yedi kas çalışır. Be
hey, gafil! Yedi kası çalıştırmak varken niye kırk tane kası çalıştırmaya
kendini zorluyorsun? ” der.
Gülümsemenin en basit ve en etkili vasıtası da “ SELAM”dır. Onun içindir ki
her dostluğun anahtarı riyasız, çıkarsız selamla başlar.Yüce peygamberimiz: “
Selamı yayınız.” derken insanlar arası dostluğu hedeflemiştir. Bizim dinimizde,
selam bir duadır.
Kısaca anlamı da “ Ben Müslümanım, benden sana zarar gelmez.” manasına
gelir. Diğer dillerde de “ Ben seninle ilgiliyim, senin de benim gibi mutlu
olmanı dilerim, sana kıymet veriyorum. Aramızda sizinle barış olsun.” gibi
anlamlar ifade eder. Dost kazanmak isteyen önce kendi fedakâr olmalıdır.
Riyasız, çıkarsız tebessümle selamını vermelidir.
Hata yapmayan insanın nasıl iş yapmasına imkân yoksa ideal dost arayan
insanın da dost bulmasına imkân yoktur. Dost bulabilmek için her şeyden önce
biz dost olmalıyız. Başkalarının bize yapmasını istemediğimiz şeyleri biz de
başkalarına yapmamaya özen göstermeliyiz. Bize yapılmasını istemediğimiz
şeyleri başkalarına yapmamamız gerekir. Buraya kadar izah etmeye
çalıştıklarımı, yüce peygamberimiz ne güzel özetlemiş. ‘‘Kendin için istediğini
başkaları için de istemedikçe gerçek Müslüman olamazsınız.” Dostluğun
anahtarı elimizde de sanırım, o anahtarı kullanıp dostluğun kapısını açmakta
zorlanıyoruz. Buna da mâni olan şeytanın en çok sevdiği “ erkimiz,
benliğimiz”dir.
Ramazan kuyruğunda tanıştığımız asker emeklisini merak ediyorsanız,
söyleyeyim. Fedakârlığım ve çıkarsız ilgim sayesinde Manisa’da en iyi
dostlarımdan biri oldu. kadirkeskin.net Not: “ YALANCILAR KAHVESİ” adlı kitabımdan
Yorumlar
Kalan Karakter: