Kişinin menfaatı bitince iyilik gördüğü kişiyi gözden çıkarması, ahde vefa
duymaması, yani ondan çıkar sağladıktan sonra o kişi ile arkadaşlığı ve dostluğu
bitirmesidir. Böyle insanlar dinlerde de insanlar arasında da “ Nankör” olarak
dillendirilir. İnsanın nankörlüğü, kime ait olduğunu bilmediğim yukarıdaki
sözden daha güzel anlatılmaz herhalde. Nankörlüğün karşıtı da ahde vefadır.
Yakın arkadaşım ve komşum vefat eden kayınvalidesine ait bastonunu da “ 11
yıl kayın validesini taşıdığı için evinin bir köşesinde muhafaza
etmektedir.”Burada ahde vefaya bir nokta koyalım yazımın başlığına geçelim.
Seminer için gittiğim bir ilde iş adamı olan bir öğrencimle karşılaştım.
Seminerim sonu beni davet eden okula “ Hocam bana ait.” diyerek müsaade
alıp beni iş yerine götürdü. Gördüğüm kadarıyla işinde başarılı bir iş adamı. Biz
öğretmenler işi- aşı, mutlu bir eşi olan öğrencilerimizle karşılaştığımızda kendi
çocuğumuz gibi gurur duyar, mutlu oluruz. Ama işsiz- aşsız, mutsuz olursa, ona
da kendi çocuğumuz gibi üzülürüz. Öğrencimi tebrik ettim başarılarının
devamını diledikten sonra sohbetimiz esnasında: “ Hocam çok sevinçliyim.
Allah’a şükür 17 yıl sonra Rabbim bize bu sene nur topu gibi bir kız evladı
verdi.” deyince ben de kendisiyle sevindim. Çünkü çocuk özleminin yerini ne
mal, ne şöhret, ne de makam doldurabilir. Sohbetinin devamında “ Hocam bir
de üzüntüm var” dedi. “ Hayırdır “ dediğimde “Çocuğumun sevinci karşısında
takriben yıllık kazancımın yarısını 57 çalışanıma ikramiye olarak dağıtmama
rağmen içlerinden teşekkür edenin sayısı iki elimin parmağını doldurmaz.”
Şimdiki aklım olsaydı onlara bir kuruş bile vermezdim.” deyince, ben de
kendisine, öğrencimin de öğrencilik yıllarından tanıdığı bir personelimle ilgili
yaşadığım bir olayı anlattım.
Tanıdığı kişi personelimiz bir başka kurumda ilkokul mezunu olup şef olarak
istihdam ediliyormuş. Her nasılsa kurum müdürü kızıyor şefliğini iptal ederek
eski işi hizmetli kadrosuna indiriyor. Bir gün tuvaletlerin ve odaların daha temiz
olması için emir verdiği insanlarla o işi yapma durumunda kalıyor. Bu kişinin
refüze olmasına üzülen kurumun müdür yardımcısı konuyu bana ileti. Ben de
empati yaparak muvafakat verdim, kadrosunu lisemize aldık. Masadan düşen
personeli yine lisemizde masaya oturttuk. Baktım kişi kooperatife girmiş, iki
çocuk okuyor. Maddi bakımdan büyük bir çıkmazın içinde. Kendisine emekli
olmasını ve Koruma Derneği kanalı ile emekli olduğu için SSK destek pirimi
yatırmaksızın asgari ücretle işe devam etmesini sağladım. Emekli oldu.
İkramiyesi ile kooperatife olan borcunu ödedi. Çocuklarını ücretsiz dershaneye
yazdırdım, üniversitede okuyan diğer çocuğuna da okulumuz öğrencisi
olmamasına rağmen okulumuz koruma derneğinden tahsil hayatı boyunca burs
verilmesini sağladım
Sonuç; malum post modern 28 Şubat dönemi başladı. Personelimize SSK
destek pirimi yatırılmadığı gerekçesiyle şikâyet konusu oldu. Kendisini
çağırarak:” Ben emekli oldum. Yerime memur verilmediği için kendi isteğimle
memur gelesiye kadar SSK Destek pirimi talep etmeksin kendi isteğimle
çalışıyorum.” diye bir dilekçe vermesini istediğimde, cevabı: “ Sayın müdürüm
ben sorumluluk altına giremem “ diye cevap verdiğini anlatarak öğrencime
şu misali verdim.
Hz. İsa bir günde on tane cüzamlı hastaya yardım eder, iyileştirir. Ama
içlerinden bir tanesi ona teşekkür eder. İsa havarilerine dönüp: “Diğer dokuz
kişinin nerede olduğunu sorduğunda,” hepsinin kaçmış olduğunu öğrendi.
Hepsi de bir teşekkür bile etmeden ortadan kaybolmuşlardı. Bu durumu
anlattıktan sonra öğrencime: “ Şimdi soruyorum: Ne ben, ya da siz. Hz. İsa’nın
yapmış olduğundan çok daha küçük iyilikler yaptığımız halde, onların bize
minnet duymalarını bekliyoruz. Peygamberimiz de gözü kan çanağına
dönmüşçesine taş atan Taif nankörlerini 7 yıl sonra tümüyle affetmedi mi? Hele
hele Mekke’de ve Medine’de yapılan nankörlüklerden hiç söz etmiyorum.
Cenab-ı Hak da Adiyat:6. Ayette: “ Gerçekten insan Rabbine karşı çok
nankördür.” Abese 17: Kahrolası insan ne kadar da nankördür.”buyurmasına
rağmen insanoğlunun temel yaşam kaynağı olan Enasır-ı Erbaa: Su, ateş, hava,
toprağın nimetlerini verirken bir ayrım yapıyor mu? Doğan güneşin ışınlarını,
alıp da içimizde bir dakika tutmakta zorlandığımız nefesi, hayatın kaynağı olan
yağmur sularını verirken inanan, inanmayan, nankör, münkir diye bir ayrım
yapıyor mu?
Öğrencim gibi yaptığı iyilikten pişman olan bir zat, bir piri faniye sorar. “
Efendim ben iyilik yaptığım insanların çoğundan hep zarar gördüm. Bundan
sonra hiç iyilik yapmak istemiyorum” dediğinde, Piri fani dizini, dizlerine
yanaştırarak ellerini avucuna alır. “ İnsanlar iyilik yapılmaya, sen de iyilik
yapmaya layıksın.” diye kısa cevabını verir.
Son sözüm: Ne ki nefsimize ağır geliyor, onu yapmaya devam edelim
Kaldırdığımız ağırlık nikbetinde içimizdeki ferahlığı hissedeceğiz.
www.kadirkeskin.net
Yorumlar
Kalan Karakter: