Neden Kanser Oluyoruz - Ne Yapabiliriz
Tam otuz iki yıl önce konulan romatoid artrit tanısıyla başlayan, her beş yılda ortaya çıkan hashimoto tiroiditi, sjöngren sendromu gibi otoimmün hastalıklara ek olarak, on dokuz ve sekiz yıl önce olmak üzere iki kez, farklı cins meme kanseri, yedi ameliyat, akabinde kanser ilaçları ve radyoterapi tedavileri yanetkisi olarak ortaya çıkan nefes darlığı, astım, zatürre gibi akciğer hastalıkları ve kalp damarında anevrizma, kalp kapağında mitral yetmezlik, dolaşım yavaşlaması, kemik erimesi gibi süregen rahatsızlıklarla hala mücadele ettiğim hastalık imtihanımda, yeni farkındalıklarla ve önüme serilen yeni alternatif tedavi yöntemleriyle adım adım şifaya yaklaşıyorum inşallah.
Geçtiğimiz yıl yazdığım Şifa Peşinde yazı dizisine ek olarak son bir yılda karşıma çıkan yeni şifâ yöntemlerini, ürünleri kendim ve anneciğimle ilgili deneyimler, gelişmeler üzerinden aktarmak istedim.
Bu hale nasıl geldik başlıklı yazımda, bu hale kasten getirildiğimizi belirttiğim gibi, sağlık konusunda da, planlı, programlı yahudi projeleriyle kasten sağlığımızdan edildik. Hasta, sakat bir millet haline getirildik.
Kur'an da ayetle bildirilmiş olan tahılların bozulduğu zamandayız. Buğday başta olmak üzere gıdaların genetiğiyle oynanması, zararı faydasından çok kimyasal, sentetik ilaçlar, kimyasal gübre ve zirai ilaçların kontrolsüz kullanımı, paketli gıdalardaki katkı maddeleri, deterjanlar, sentetik giysi ve eşyalar, sağlıksız, nefes aldırmayan ev yapım malzemeleri, kapı pencereleri, boyaları, kimyasal kozmetikler ve maruz bırakıldığımız radyasyon, havadan spreyleme gibi hertürlü yolla, kasten hasta edildik.
Dahası şifa kaynağı geleneksel gıdalarımız, beslenme alışkanlıklarımız, tedavi yöntemlerimizden de hurafe, kocakarı ilacı gibi aşağılayıcı yaftalarla uzaklaştırıldık. Kimlerin güdümünde olduğunu, kimlere, neye hizmet ettiğini göremediğimiz modern tıp, bilimsellik kandırmacasıyla bu hain tuzaklara düşürüldük.
Sağlığımızı yeniden kazanmak umuduyla koştuğumuz, yine aynı küresel şer güç tarafından belirlenmiş müfredatla ilaç kartellerini zengin etmek üzere yetiştirilmiş, kıblesi insan değil, para olan doktorlar, para tuzağı, soyguncu hastaneler de hem sağlığımızın, hem paramızın çalınması tezgahı oldular.
Üç buçuk yıl önce delillerle şikayetlerimi yetkili mercilere defalarca yazdığım, hatta yargıya taşıdığım, Laniczol adlı kemik erimesi ilacının gereksiz yere, üstelik kemik yoğunluğu ölçüm cihazının ayarı bozularak, kemik erimesi olmadığı halde, aşı kampanyası gibi günde yüzlerce hastaya yazıldığı ve klinikte serum içinde verildiği, soygun ve katliam davamla suç duyurusunda bulunduğum fizik tedavi uzmanı gibi pek çok doktor, para için kendi milletine soykırım uygulanmasına suç ortağı olma ahmaklığına düştü. Hala yargılamanın başlayamaması yanında, dayandıkları güce nekadar güveniyorlar ki, hiç korkusuz hala, tanesi 500 TL ve tek dozda böbrek yetmezliği yan etkisi olan aynı ilacı gereksiz yere yazma cesareti gösterebiliyorlar.
Bu hain gıda ve ilaç terörü hakkında halkımızı uyarmaya çalışan idealist hekimlerimizin diplomalarının elinden alınmaya kalkışılması, her türlü yıldırma taktiğiyle susturmaya çalışılması hain emellerinin apaçık göstergesi.
Yedi yıl önce, onkoloji tedavisini reddederek başladığım alternatif tedavi arayışlarımda fitoterapi, bioenerji, akupunktur, homeopati, biorezonans ve şaman şifa yöntemi olan altı saatlik seromoniye ek olarak, dört ay önce İbni Sina tedavi yöntemi olan mizaç ilmiyle tanıştım.
Biorezonansta, başta saydığım sebeplerle ağır metallere maruz kalmış, kirlenmiş metabolizma, temizlenmeye, hastalıkların sebebi olan düşmüş frekans yükseltilmeye çalışılıyor. Bu yöntemin malum küresel şer güçlerin kasti hasta etme taarruzlarına karşı, idealist bilim insanları, hekimler tarafından bulunduğu bilgisi duygulandırdı. Sıfıra yakın bulunan frekans, enerji düzeyim sekiz seansta yükseldi.
Yataktan kalkamaz derecedeki halsizliğim geçtiği gibi, 2012 yılında başlayan, her yıl yaz aylarında devam eden Erenlerin izinde manevi seyahatlerimin, onbeş günlük, Eskişehir, Ankara, Sinop, Amasya, Trabzon, Bayburt ve Erzurum'u kapsayan, 2018 yılı finaline çıkabildim hatta.
Dönüşte kontrole gittiğim, Celal Bayar üniversitesindeki hekimim Prof. Dr. Selim Özkök frekansımın yorgunlukla düşmesi beklenirken inanılmaz derecede yükseldiğini ifade etti. Maneviyatın, maneviyatı yüksek mekanların frekans yükselmesi üzerindeki etkisini yaşayarak görmüş olduk. Olumsuz etkenlere maruz kaldıkça enerji yükselmesi zamanla yeniden düşüşe geçti.
Birbuçuk yıl önce yakalandığım zatürreye çeviren grip, nefes darlığı (henüz testler yoktu o tarihte.) tedavimde en bariz faydayı ozon tedavisinden gördüm ancak 2500 TL gibi fahiş fiyatı yanında, üç ayda bu tedavinin de etkisi bitti. Bu vesileyle anladım ki, bizim asıl sorunumuz yeterince oksijen alamıyor olmak ve geçici iyileşme sağlayan tedavilere değil, sebepleri ortadan kaldıracak, metabolizmayı çalışır, görevlerini yapabilir hale getirecek çözümlere ihtiyacımız var.
Akciğer hastalıkları yanında, kanserin de en büyük etkeni yeterince oksijen alamıyor oluşumuz. Oksijenin ulaşamadığı dokularda ortaya çıkıyor, kanser hücreleri oksijensiz ortamda çoğalıyor zira.
Kahvaltıda ve hemen yemek sonrası siyah çay tüketimi, yemeklerde et, ıspanak gibi demir kaynağı gıdaların yanında süt ürünleri kullanımı gibi yanlış alışkanlıklar kaynaklı kansızlık sorunu da, hemoglobinin oksijenin taşınmasında görevli olması sebebiyle yeterli oksijen alamamamızın, dolayısıyle pek çok hastalığın gizli sebebi.
Üstelik tıbbi laboratuvar tekniklerinde otomasyona geçilmiş olmasıyla, kan sayım cihazlarında hematokrite göre hesaplanan hemoglobin değerleri güvenilir değil. Hct, Hb tetkik sonuçları, özellikle hasta sigara kullanıyorsa, az su tüketiyorsa kan koyulaştığı için normal sınırlarda görüldüğü halde, demir, ferritin düzeyi çok düşük olabiliyor ve çoğunlukla bu tetkikler bakılmadığı için kansızlık sorunu atlanıyor.
İbni Sina mizaca göre beslenme ve tedavi yönteminde, biorezonansta hastalıkların sebebi olarak ifade edilen frekans düşmesi, soğuma olarak ifade ediliyor. Başta saydığım etkenlerle millet olarak hızla soğuyor, metabolizmamız çalışamaz hale gelme aşamasında üşüyormuş. Pek çok hastalığın sebebi olan bu soğumaya karşı metabolizmayı, özellikle bolca hakiki bal, zencefil, tarçın, acı biber gibi gıdalarla, geleneksel kupa tedavisiyle, masajla ısıtmamız gerekiyormuş.
Geçtiğimiz yıllarda yabancı bir ülkedeki kansere yakalanmış doktorun sadece metabolizmasını ısıtarak kanseri yenmesi haberini hatırlattı bu bilgi.
Kanser hastalarına yasak dendiği için yıllardır yiyemediğim balı, deli gibi canımın çekmesinin sebebi de buymuş meğer. Metabolizma ihtiyacı olanı istiyormuş. Tedavi esnasında bol bol bal tükettim. Ne şekerim yükseldi, ne de kilo aldım.Taze zencefil, limon, tarçın, ballı çay daim içeceğim oldu, gripten de kurtuldum.
Yeterli oksijen alamamak, mide, sindirim sistemini çalışamaz duruma getiren bozulmuş gıdalar sebebiyle yine çalışamaz hale getirilmiş tiroid bezimizde metabolizmamızın enerji kaynağı, yediğimiz besinlerin yakılarak enerjiye dönüşmesinde görevli tiroid hormonunun üretilemiyor oluşu (hipotiroidi, hashimoto) gibi fizyolojik etmenler yanında; kasti materyalist akımla sevgiden, maneviyattan, muhabbetten, aşktan yoksunluk sonucu üşüme ölüm soğukluğuna yaklaşmış durumda imiş.
Bütün bu sebeplerden ötürü Türk Milleti olarak, doğruluk, çalışkanlık, sevecenlik, yardımseverlik gibi güzel özelliklere sahip olan demevi mizacımız bozulmuş. Benim de olduğum gibi bağışıklık sistemi bozulmuş, kilo almış olanlar, demevi iken balgami mizaca kaymış ve bu mizacın özelliği olan tembellik, iradesizlik gibi olumsuz özelliklerin kıskacına girmiş örneğin. Bu bilgi büyük farkındalık sebebi oldu.
Mizacın dengede olması için yapılması tavsiye edilenlerin, kişinin sevdiği insanlarla bir arada bulunması, dokunması, sarılması, dengeli beslenmesi, karışık gıdaları birlikte tüketmemesi, lokmaları hızlı çiğnemekten kaçınması, doğa yürüyüşleri yapması ve maneviyata önem vermesi olarak sıralanması da çok manidardı.
Ve son iki yılda şaibeli bir virüs salgını gerekçesiyle maruz bırakıldığımız tam tersi uygulamalar!!! Sürekli maske kullanımı zorunluluğu ve orman yangınlarıyla hayati öneme haiz ihtiyacımız olan oksijenden tamamen mahrum bırakılmak istenmemiz.
Yine sözde korunma gerekçesiyle evlere kapatılmamız; özellikle yaşlılarımızın evlerde yalnızlığa, sevgisizliğe, ilgisizliği terkedilmesi. Yine bulaşıcı virüs kasti korkutmasıyla dehşet verici dezenfektan, çamaşır suyu kullanımına çanak tutulmasıyla; yayılan kasti korku enerjisiyle frekansı düşmüş, psikolojisi bozulmuş, bağışıklık sistemi çökmüş, kansere kadar her türlü hastalığa yakalanmaya çok müsait bir millet haline getirilmişiz meğer.
Yıllardır başta saydığım etkenlerle mide, sindirim sistemi, ikinci beyin olarak adlandırılan barsaklarımız hedef alınmış. Hastalıkların temel sebebi bu sistemin görevini yapamıyor oluşu zira. Son olarak da bilime aykırı olarak, hızla ortaya atılmış, hiçbir güvence verilemeyen aşılarla yine mide- sindirim sisteminin bu kez altın vuruşla hedef alındığı belirtiliyor uzmanlarca.
Bütün bu farkındalıklar ışığında; bu konudaki daha önceki yazılarımda da hep ifade ettiğim önemli bir hususu yinelemek istiyorum. Yaratılışla birlikte başlayan ve tarih boyunca devam eden hak ile batılın, iyilerle kötülerin savaşında, yine yaratılışın gayesi olan tekamül sebebi imtihanlardayız.
Sonuç yüce Rab'bimize malum. O her şeye Hakîm, Kaadir. Sadece bir vakte kadar mühlet veriyor. İlla O'nun dediği olacak. Sadece hangimizin daha güzel iş yapacağına bakılıyor. Bakalım kimden korkuyor, bilerek ya da bilmeden kime, neye hizmet ediyoruz. Zamane firavunlarından mı yoksa olması gerektiği gibi sadece Allah’tan mı! Karanlığa mı, aydınlığa mı hizmet ediyoruz...
Ezelden ahdi gereği insanlığı bozma, yolundan saptırma gayretinde olan şeytanın hizmetkarı küresel şeytani gücün planları varsa, Allah’ın da illa bir planı var. Onların proje hizmetkarları varsa, Allah'ın da bugünler için yetiştirdiği proje has kulları var!..
Bu bilinçle; yüzyıllardır süren bu kasti taarruzların ve son olarak aşıların öngörülen yan etkiyle verdiği zararı, (aynen biorezonans cihazının idealist bilim insanları tarafından bulunması gibi) telafi edecek bir ürünün, çoktan idealist insanlarımız tarafından çalışması içinde olunduğu hissim vardı hep.
İşte seksen sekiz yaşındaki anneciğimin de son iki yıldaki kasti korkutmalarla, evlerinde kapalı, oksijenden, temiz havada yürüyüşten, yedi evladının düzenli ziyareti, sevgisi, ilgisinden uzun süre mahrum kalması, haberlerden etkilenip virüsten korunma adına, aynı şehirde ve birlikte yaşamadığımız için haberim olamayan, çamaşırda, bulaşıkta, hatta ellerini yıkarken çamaşır suyu kullanmış olması gibi etkenlerin hızlandırdığını düşündüğüm beşinci evre meme kanserine yakalanmasıyla, çare arayışlarımda bu ürün önüme serildi.
Görevli olduğu devlet kurumunda hastalarına, ilaç kartellerinin dayatması ağır yan etkili kimyasal, sentetik ilaçlar yerine, alternatif, geleneksel şifa yöntemleri ve ürünlerini öneren, çok güvendiğim, danıştığım bir aile hekimimiz olan Dr. Volkan Yaşar tarafından önerildi bu ürün.
Önceki yazımda da belirttiğim üzere bor madeninden elde edilmiş Miafert adlı ürünü araştırdığımda öneren uzman ve kullanıcı yorumlarıyla heyecanım arttı. Sadece kanser değil, üç aylık kullanımla, ömür boyu perhize mahkum olma sebebi olan ölümcül çölyak hastalığından kurtulduğunu anlatıyordu samimi bir hanım kullanıcı. Öyle ise sebebi aynı gluten allerjisi, gıda intoleransı pozitifliği olan hashimoto, romatoid artrit gibi otoimmün hastalıkların da çaresi olabilirdi bu ürün.
Dahası akciğer hastalıkları, şeker, tansiyon, romatizma, egzemalar gibi pek çok hastalığın sebebi de bozulmuş sindirim sistemi, gizli gıda allerjisiydi ve bu ürün birikmiş, atılamamış atıklar, toksinlerden, yağlardan temizleyerek bozulmuş sindirim sistemini düzeltme, çalışamaz duruma gelmiş metabolizmayı yeniden çalışır hale getirme etkisinde idi.
Tam beklediğim gibi, on altı yıl gibi uzun zaman önce başlamış çalışmaları meğer. Önce çiçek hastalığına yakalanmış büyük koyun sürülerinde denenmiş ve sürüler telef olmaktan kurtulmuş. Sonra aynı ekip insanlarda kullanmak üzere çalışmalara devam etmiş.
Ürünü almak üzere ulaştığım kimyager İrfan Tekin beyle görüşmelerimde bor madeninden alacağımız mineralleri bazı sebzeler aracılığıyla topraktan alıyor olduğumuz halde, kimyasal gübre kullanımı nedeniyle alamaz olduğumuz için hastalandığımızı öğrendim. Bu yüzden bu mineralleri uzun yıllar süren çalışmalar sonucu elde edilmiş, kalsiyum, magnezyum, demir, D vitamini de içeren bu çözeltiyle almak zorunda kalmışız.
Kanserli hücreler yanında sağlıklı hücreleri de öldüren, böcek zehiri olan kemoterapiye alternatif, üstelik hiç yan etkisiz serumla da verilebilen damıtılmış ilaç formu da elde edilmiş hatta.
Niçin devlet güvencesiyle kemoterapiye alternatif olarak hastalara ulaşamadığı sorumun cevabı da yine malum ilaç kartellerinin çıkarlarına engel olunduğu takdirde devletleri ambargo uygulamakla tehditleri çıktı ne yazık ki. Bu bütün dünyada yaptıkları zulmü, dünya sağlık örgütünü de alet ettikleri terörü açıklıyordu.
Bize düşen, içinde bulunduğumuz ahir zaman hengamesinde, hiç kimseye emanet edemeyeceğimiz sağlığımızı korumak, yeniden kazanmak adına bilinçli olmak. İdealist insanlarımızın uzun yıllar verdikleri emeğe, çabaya destek olmak.
Bor madeni içerikli temizlik ürünlerini leke çıkarmıyor gerekçesiyle tercih etmeyip, uzmanların yıllardır uyarılarına rağmen kanserojen deterjanları kullanmayı seçtiğimiz gibi; dünyadaki rezervin yüzde yetmişine sahip olduğumuz bu madenimizin de Almanlara peşkeş çekilmesiyle, ilaç sektöründe kullanımını kat kat fazla fiyatla batıdan ithal etmek zorunda kalmayalım inşallah.
Sizlere iki hafta önce söz verdiğim halde bu yazıyı annem ve kendimde bariz etkisini görmeden yazmayı doğru bulmadığım için erteledim. Bu süreçte hem annemde, hem kendimde sadece üç günlük kullanımla inanılmaz bir ödem çözümü başladı. İkinci hafta başında annem bol miktarda, yemyeşil istifra ederek safradan kurtuldu.
Akabinde metabolizmadaki kurumuş, taşlaşmış enfeksiyonların, ölü hücrelerin çözülmesi başladığından gaitası ve bedeninde, yanına yaklaşmakta zorlandığımız ağır bir ceset kokusu başladı. Dört-beş günde gaitasında koyu, kirli kanla kurumuş enfeksiyonlar, ölü hücreler atılmaya, ağır ceset kokusu yavaş yavaş geçmeye başladı.
Bu, özellikle son evre kanser hastalarına uygulanan on- on beş günlük açlık tedavileriyle sağlanan metabolizmanın otofaji yöntemiyle kendini temizleme etkisine, aynen maden suyu içme kolaylığıyla çok zahmetsiz bir şekilde kavuşulması demekti.
Bor madeni oranı yüksek olan M2 adlı ikinci ürüne başladığımız üçüncü gün, iki hafta sonra ilk defa yataktan kalkmak istedi. Yürüteçi de istemedi hatta. Sadece bastonla ve diğer elinden tutmamla koridor boyunca gidip gelerek yürüdük.
İki gündür kusmaları da geçti.Terle toksinleri atmaya devam ediyor. Gaitası, idrarı, beden kokusu normale döndü. Tuvaletini tutabilmeye, yemeğini bizimle birlikte yemeye başladı şükürler olsun.
Bu arada uzun zamandır sebebi bilinmeyen ve geçmeyen öksürük krizleri çok hafifledi. Akciğer tutulumu varsa içme suyuna karıştırdığımız bor madenli çözelti yetmez, damardan serum içinde ilaç formunu vermemiz gerekir dendi, sipariş ettiğimiz ilaçlarımızı bekliyoruz.
Gelişmeleri yazarak aktarmaya devam edeceğim inşallah. Hepimiz için şifaya vesîle olması niyazıyla.
Amin Ya Rab'bi!..
Adevviye Şeyda Karaslan
19 Eylül 2021 / Alaşehir
Şifâ Toprakta
Yayınlanma :
19.09.2021 20:38
Güncelleme
: 19.09.2021 20:38
YAZARIN DİĞER YAZILARI