''Veli Rabbike Fasbir.''
(Rab'binin Hatırına Sabret.)
Müddessir/7
Rab'binin hatırına sabret, Allah kuluna kafi değil mi ve hiç kimse kendisi için gizlenen mutluluğu bilemez dediği ayetleri tutunduğum en emin dayanağım oldu, oluyor zor zamanlarımda şükürler olsun. Ne zaman daralsam, sabrım tükenme sınırına gelse hemen karşıma çıkarlar, kulaklarımda çınlarlar. Yeniden doğmuş gibi olurum. Allah var gam yok elhamdülillah derim...
Az kaldı, bu zor günler, kara kış geçecek, bahar gelecek, yine yağmurlarla çimenler, çiçekler gülecek. AŞK tepemizde kuzular meleşecek inşallah. Amin.
Salihler Şehrinde On Yıl
Bir gül mevsiminde, bir ikindi sonrası rastladım pazar yolundaki o güzelim gül bahçesine. Fotoğraf çektiğimi gören yaşlı bir hanım balkona çıktı. Başta endişelendim çiçeklerin fotoğrafını çekmemi tuhaf bulanlar gibi tepki göstermesinden ancak korktuğum gibi olmadı bu kez çok şükür.
Yürüyüşlerimde rastladığımda mahzunlukları yüreğimi burkan, balkonlarında sessiz sessiz oturarak gül bahçelerini ve yoldan gelip geçenleri izleyen tüm yalnız yaşlılar gibi muhabbet edecek cana hasret bir güzel candı sadece. Acelem olmasına rağmen uzattım çekim işini bu yüzden özellikle. O da gitmemi istemediğinden ya da güllerinin çekilmeye layık bulunmayıp üzülmeleri endişesinden belki; Şu sarıyı da çek kızım, pembe de güzel bak diyerek yönlendirdi, oyaladı beni.
Bu arada pek çok yeni tanıştığım kişi gibi buralı değilsin galiba diyerek merakını belirtti. Bu şehrin elli yaş üstü kadınlarından oldukça farklı olduğumu düşünüyor olmalılar tarz, tavır ve ilgi alanı yönünden ama yavaş yavaş alıştılar da sanıyorum.
Kulağıma birbirlerine anlatırken uzun elbiseli, uzun saçlı kadın dedikleri geliyor. Belki çiçek fotoğrafı çeken yalnız kadın da diyorlardır, sakıncası yok; Bu halden sonra her şeye amenna.
İlk tanışılan her insana gösterilmesi gereken ilgi gereği adını sorup adımı da söyleyerek kısa bir özet şecere ile merakını giderdim Suat teyzenin. Çok memnun oldu, "Başka zaman gene gel." dedi.
Yalnızmış, kendisininmiş evi, gücü yettiğince bakıyormuş gül bahçesine ama çocukları Dombaylı 'daki evlerine taşınmasını istiyorlarmış. Gidecekmiş bir kaç haftaya. Belki de müteahhite verilecek gül bahçeli eski evi. Pek çok yaşlının arzusunu, hatıralarını hiçe sayıp ölmesini bekleyemeyen mirasçılarının yaptığı gibi!
Oysa ne değerlidir kaybettikleri sevdiklerinin hatıraları ile dolu eski evleri yaşlılar için. O hatıralara tutunarak yaşamaktadırlar son günlerini. Hatıraları ellerinden alındığında bitiverir çilekeş ömürleri. Bir gün aynı akibetin bizi de bulacağının unutulmaması ve yaşlılarımıza haklarınca saygı, ilgi gösterebildiğimiz gül bahçeleri güzelliğince bir dünya dileğiyle.
Bozdağların eteğindeki bu güzel şehirde gül bahçeleri kadar sevdiğim bir başka özellik de, huzur yuvamın balkonundan Bozdağları, gökyüzünü ve muhteşem bir senfoninin melodileri gibi olan seher vakti güzelliklerini görebiliyor, duyabiliyor olmam. Bazen bambaşka duygulara salar beni o güzellikler bu seher vaktinde de olduğu gibi.
Pisiciklerimin mamasını vermek için balkona çıktığımda sabah ezanı da başlamıştı. Ezanı dinlemek için oyalandım ve o doyumsuz güzelliği seyretmek için her seher vakti yaptığım gibi gökyüzüne baktım. Artık yerlerini ezberlediğim yıldızlar yerli yerindeydi ama benim gözlerim içlerinde en büyük, en parlak olanı arıyordu. Üst balkon engel olmuş görüş mesafemde olmasına meğer. Biraz boynumu uzatınca gördüm. Seher yıldızımın inanılmazdı yine güzelliği.
Salihli'de bunaldığım an kendimi attığım bir yol var şehrin çıkışına yakın, tren yolu kenarında bir de. Çınarlardan gelen kuş sesleri yorgun ruhumu dinlendirir. Hele bir de tren vaktiyse değmeyin keyfime. Hemen aklıma Orhan Veli’nin;
“Garibim
Ne bir güzel var
Avutacak gönlümü
Bu şehirde,
Ne de tanıdık bir çehre;
Bir tren sesi
Duymaya göreyim
İki gözüm iki çeşme.”
Dediği güzel şiiri gelir.
Dönüşte mutlaka tarihi güzelliğini koruyabilen nadir mekanlardan olan tren istasyonumuzdan geçerim. Aynen çocukluğumdaki çığlıkları yürek dağlayan kara trenler gibi, ne güzeldir eski tren istasyonlarımız da. Kimine hasreti getirir, kimine hasreti bitirir. Bir ömür beklenen bir deli aşktır yaralı gönüllere hatırlattığı. O deli tren çığlıklarında saklıdır aşk.
İnsan yerleşeceği yere fidan dikermiş ya; On yıl önce tam evimin karşısına, balkonumdan ve pencerelerimden görebileceğim hizaya, dağın dibine ellerimle bir çınar ağacı dikmiştim dualarla, aşkın çınarı, aşk gibi ölümsüz olsun dileklerimle. Nasılda büyüdü çabucak...
Hayatımda bir ilksiniz siz de, her zaman oturup dağı ve gökyüzünü seyre daldığım, yedi yıldır doyamadığım penceremdeki badem ağaçlarım. On yıl önce dikildiğiniz gün ne hüzünlüydüm, ne zor günlerimdi. Ne çok zor halime tanık oldunuz. Hüzün yüklü akşamlarda, kimsesiz gecelerde, çimenlerdeki çiğ taneciklerince yıkayıp arıtan, ölmüşken canlandıran göz yaşlarıyla dolu seherlerde hep benimleydiniz.
Her bahar önce çiçeklerinizle günaydın deyip yüzümü güldürdünüz, mutlu ettiniz buruk seher vakitlerinde. Sonra da, günlerce seyredip, koparıp yemeye kıyamadığım meyvelerinizden, yaramaz bir çocuk gibi penceremden uzanıp koparıp yedim.
Çiçekleriniz yaralı gönlüme, meyveleriniz ise hasta bedenime şifa oldu. Çok teşekkür ederim! Mutlu olmak ne çok farklı yolla mümkünmüş meğer. İyi ki varsınız gönül yarasına bile deva güzellikte çiçeklerinizle güzel badem ağaçlarım. Güzelliğiniz bulaşsın her şeye, herkese, şifa olsun tüm yaralı gönüllere de inşallah diyerek methiyeler yazdığım badem ağaçlarım da ayrı güzelliktir.
Yağmur sonrası serinliğinde bir sonbahar gecesinde; deniz, tatil değil de ağustos böceklerinin şarkılarına hasret bir yaz geçirmiş olmak ne garip bir sızı veriyor içine insanın. Sadece buraya mahsus mu acaba, ne oldu her yaz şarkılarına doyamadığım benim böceklerime! Bülbüller gibi onlarda mı küsüp sustular yoksa! Yapılan ilaçlamaların kurbanı olmamışlardır inşallah.
Güzelim dünyanın tadını çıkarmak varken, kavgalarımız, hırslarımızla kendimiz için cehenneme çevirdiğimiz yetmezmiş gibi diğer canlılara da zarar veriyoruz üstelik. Nasıl vereceğiz hesabını, altından nasıl kalkacağız bu vebalin bilmiyorum. Yakıp yıkan, yok eden yaratıklar olduk. Varsa yoksa para, iktidar, makam, mevki, tatil, lüks hayat.
Çiçekten böcekten, paylaşmaktan mutlu olan kaç kişi kaldı ki. Olanlar da bülbüller ve ağustos böcekleri gibi bir bir küsüp kabuğuna çekiliyor çaresiz.
Sen buraya ait değilsin git deniyor aslında. Varlığın rahatsız ediyor sana benzemeyenleri. Bilmiyorlar ki onlar da çok bayılmıyorlar sevgisiz, sahte yüzlerle dolu kalabalıklara. Nezaket ve hoş görüleriyle sabrediyorlar sadece. Kalan ömürlerini illa rıza dairesinde, hayırlarla geçirmek, imtihanlarını hakkınca verebilmek, Rab’lerinin rızasına erişebilmek ve ebedi saadeti yakalayabilmek tüm dertleri.
Hiçkimseye aldırmadan ve hiçkimseden sevgi, ilgi, Allah'ından başka kimseden yardım dilenmeyip, dolayısıyle bulamadığında kırılıp ağlamadığında; dahası illa rızasını gözetmek dışında kimseden onay beklemeden, Rab'binin gönlüne ilham ettiği kendi doğrularınla kendine yetmeyi, takdir edilen elindeki olanaklarla kendi cennetini kurup mutlu olmayı başardığında, hayatında gerçekten "Allah'ım bana kafi " yi ispat edebildiğinde büyümüş, olgunlaşmış olacaksın ve bu konudaki sınavlar, sıkıntılar da bitecek. Aksi halde ders, sınav tekrarına mahkumsun. Hep olduğu gibi seçim senin...
"Üzülme.Üzülme! Kaybettiğin her şey başka bir surette geri döner. Bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun. Tek kanatla uçulmaz zaten…Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, tozu almaktır. Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin?
Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olmaz. Yüzük olmak dileyen ezilmeyi ve yontulmayı göze almalıdır."
Demiş ya Mevlana’mız.
Bugün tam da pazar kahvaltım esnasında dağa yeniden çoban ve koyunlar geldi. Çocuk gibi sevindim. Tabii hemen bol bol fotoğraf çektim mutfak pencerem ve balkonumdan. Kuzu melemesi ve çıngıraklarının sesini ne çok özlemişim. Çıkıp balkondan yedi yıl önceden tanışık olduğumuz çobana teşekkür ettim hatta.
Evime yerleştiğim ilk zamanlarda, o zor 2011 yılımda, çocuklarımın hasretiyle yanarken gözümün önünde doğan bir kuzucukla evlat hasreti ve annelik duygularım doruk yapmış ağlayarak koşup henüz doğmuş pembe beyaz ıpıslak kuzucuğu sevmiştim. Çoban da çok duygulanmış, şaşırmıştı; "Kusura bakmayın yavrularımdan uzun zamandır ayrıyım da" diyerek açıklama yapmak zorunda kalmıştım.
Sonraki anne babamı yanıma aldığım zamanlarda ailecek de görüşmüştük hatta. Ayak üstü hal hatır sorduk. O anne babama ben de eşi Fadime'ye selam gönderdik. Çoban Mustafa amcayı da yad ettik hüzünle tabii. "Kaybettiğin her şey bir gün başka bir surette geri döner." sözü çınladı tüm gün kulaklarımda…
On yıldır bu şehirdeyim. Yorucu hayatın sonunda, sevdiklerin, güvendiklerinle yaşanan derin hayal kırıklıkları, yüzleşilmiş acı gerçekler sebebiyle, dağ eteklerinde çiçeklere saklanarak geçen yılların sonunda sessiz çığlıklar kelimelere dökülmeye başladı kaçınılmaz olarak.
Bundan sonrasında neler yaşanacak, neler bekliyor kim bilir. Yerleştiğim günlerde dilediğim gibi, zamanı geldiğinde belki bu şehirde, çok sevdiğim huzur yuvamda huzurla ruhumu teslim edeceğim. Ya da bir gün, tüm yaşananları, herkesi arkamda bırakarak yepyeni bir hayata çekip gideceğim…
Bu güzel şehir ve halkı ne çok halime tanık oldular. İstanbul'dan sonra neden Salihli sorusuna muhatap oldum sık sık. Anlatılır anlaşılır türden değil, dahası yanlış anlaşılmaya çok müsaitti yaşadıklarım ve sıra dışı doğduğum topraklara dönüş hikayem. Herkese tek tek anlatamazdım. Sıradan bir hikaye değildi. Başına gelmeyen anlayamazdı yaşadıklarımı.
Bu güne kısmetmiş, o zor yılların, derin yalnızlığın meyvesi olarak nihayet yazarak nasip oldu kendimi ifade etmem. Ne niyetle geldiğimden çok ne hale geldiğim önemli oldu. Neylerse güzel eyleyen Mevla’m yine çok güzel eyledi çok şükür. O’nun takdirine razı olmak, O’na tam teslim olmakmış aşk!
İlla Aşk /Adevviye Şeyda
Aşk bezirganı, sermaye canı,
Bahadır gördüm cana kıyanı.
Zehî bahadır, can terkin vurur,
Kılıç mı keser himmet giyeni?
Kamusun bir gör, kemterin er gör,
Adi görmegil palas giyeni.
Tez çıkarırlar fevkal’ulâya,
Bin İsa gibi dine uyanı.
Tez indirirler tahtes-sarâya,
Bir karun gibi dünya kovanı.
Âşık olanın nişanı vardır,
Melâmet olur belli beyanı.
Atlası kodu, palası giydi,
İbrahim Edhem sırdan duyanı.
İlmin var deyi mağrur olmagıl,
Hak kabul etti kefen soyanı.
Çün Mansûr gördü, ol benim dedi,
Od’a yaktılar, işitin onu.
Od’a yandırdın, külün savurdun,
Öyle mi gerek seni seveni?
Zinhâr ey Yunus, gördüm demegil,
Od’a yakarlar gördüm diyeni.
Yûnus Emre Hz. (k.s)
Salihler Şehrinde On Yıl
Yayınlanma :
28.01.2021 13:25
Güncelleme
: 28.01.2021 13:25
YAZARIN DİĞER YAZILARI