İslamın Kalesi Erzurum
2012 Yılında başlayan, evliya yatağı güzel yurdumuzu, balkanları karış karış gezdiğim ve her ne hikmetse hep Horasan erenleri, seyyidler ve Alperenleri ziyaret nasip olan manevi seyahat serüvenimde hep olduğu gibi 2018 yılı güzergahı da yine davetlerle belirlenmişti.
Amasya'dan Seyyid Nigari'nin iki mısra hikmet dolu muhteşem şiiri, Sinop'dan kesik başını vermemiş şehit seyyid Bilal'in ağlatan hazin hikayesi, Trabzon'dan inşallah ilelebet payidar kalacak olan Türkiye Cumhuriyetimizin kuruluşunda Atatürk'ün yanında dualarıyla görev almış Haçkalı Baba'nın bayraklarla bezenmiş muhteşem türbe- camisi ve Bayburt'lu kadın evliya, Sultan Fahriye Hatun'a ait bayıltıcı bir iğde çiçeği kokusunun peşine düşerek çıktım 2018 yılında erenlerin izinde seyahatime...
Hep olduğu gibi, sadece kelimeler ve fotoğraflarla sevebilen güzel gönüllü kardeşlerimin karşılaması, arabalarıyla gezdirip refakat ve evlerinde misafir etmesiyle Eskişehir, Ankara, Sinop, Amasya'dan sonra Trabzon'a kadar ziyaretlerimi yapmış; kara yoluyla yorucu olacağından Trabzon'dan hava yoluyla dönmeye karar vermişken, yaz dönemi olduğundan bilet bulmak mümkün olmamıştı.
Aynı güzergahtan dönmektense Bayburt'a gidip Sultan Fahriye Hatunu ziyaret etmek istedim. Dallarına tünemiş, her türbenin olmazsa olmazı kediciklerin beklediği devasa bir anıt iğde ağacının altında yatan iğde çiçeği kokulu Sultan Fahriye Hatun’u duygu dolu anlarla ziyaret edip, maneviyat çukuru denmesinin sebebi hikmetini her karışında hissettiğim güzel Bayburt'u gezdikten sonra hangi güzergahtan evime döneceğimi henüz bilmiyordum.
Otogara geldiğimde otobüslerin tabelasında gördüğüm Erzurum adı bir anda heyecanlanmama sebep oldu. Yakınlarda olmalıydım ve yıllardır beni Erzurum'a davet eden bir güzel kardeşim vardı. Üstelik Alvarlı Efe Hz. ve Nene Hatun'u ziyaret etmeyi de çok istiyordum. Diğer manevi mimarlarını henüz tanımıyordum. Hiç planda yokken tamamen zuhurattan kendimi Erzurum'da bulmuştum...
Akşama yakın saatlerde şehre yaklaşırken başlamıştı sanki o uhrevi şehrin büyüsü. Otogarda inip taksiyle öğretmen evine gitmeyi planlamışken telefonumdan Alvarlı Efe şiirleriyle paylaşımla hep yaptığım gibi şehri ve manevi mimarlarını selamlamaya öyle dalmışım ki otogar geçmiş çoktan. Kendime gelip apar topar otobüsten indiğimde öğretmen evinin çok yakınında olduğumu öğrendim.
Binmek üzere yaklaştığım taksinin kara yağız genç şoförünün yabancı olduğumu anladığı için gezdirip çok para almak yerine boşuna on lira verme abla öğretmen evi şurası deyişi ikinci coşturan güzellik olmuştu. On lira helal olsun sana sen yine de götür beni bavulla sokaktaki merdivenleri çıkmayayım derken o güzel kardeşimi de eklemiştim bile seyahat arkadaşları listeme.
Tarihi çok güzel bir bina olan öğretmen evinde odama çıkıp pencereyi açtığımda gördüğüm manzarayla iyice büyülendim. Üstelik sadece bu uhrevi şehre mahsus seladan mısralar eklenmiş gibi çok başka bir etkiye sahip akşam ezanları da okunmaya başlayınca sevinçten ağlamaya başladım. Hiç planda yokken nasip ettiği bu eşsiz güzellikleri lutfedene sonsuz şükürler ettim.
Telefonla Erzurum'da olduğumu haber verdiğim, beni yıllardır; Adevviye Şeyda hanım sizin doğum gününüz Erzurum'un kurtuluşuyla aynı gün, ne olur Erzurum'a da gelin diyerek canı gönülden davet eden Çiğdem kardeşimle muhabbetle edilen güzel bir kahvaltı sonrası onun planladığı şekilde bütün gün Alvarlı Efe, Hz. Ebubekir'in torunu Abdurrahman Gazi, Nene Hatun ve daha pek çok türbe ziyaret ettik, camileri, çarşıları gezdik. Olmazsa olmazlarımdan olan, pek çok şehrimizde olduğu gibi illa Ulu camide namaz kıldık.
Kurtuluş savaşı öncesi yapılan Erzurum kongresi binasını gezerken gördüğümüz Ata'mızın ve delegelerin fotoğraflarında tek tek yüzlerine baktığımız, oturdukları sıralara oturduğumuz anlarda yaşadığımız duygular tanımsızdı. Dinlenme molası verdiğimiz, Erzurum'un değerlerinden rahmetli Mükerrem Kemertaş'ın meşhur türkülerinden Huma Kuşunun adını taşıyan çay evinde, çocukluğumdan beri müptelası olduğum güzelim Erzurum türkülerini dinleyerek içtiğimiz kıtlama çayın buruk lezzetine türkülerin hasret yüklü hazin hikayeleri de karışıyordu sanki.
Ziyaretleri bir güne sığdırabilmek adına taksiyle yapıyorduk türbeler arası geçişleri. Taksi şoförlerinin hilafsız hepsi Allah'ın selamı ile karşılıyor, şehirlerini, evliyalarını ziyarete geldiğimiz için saygıyla memnuniyetlerini bildiriyor, asla bir kuruş fazla para almıyorlar ve Allah razı olsun, Allah'a emanet olun dualarıyla uğurluyorlardı.
Nene Hatun ziyaretimizde güvenlik görevlisi olan futbolcu gencin bizi özel arabasıyla tabyaya çıkarıp ziyaretimizi yapana dek beklemesi ve taksi bulamadığımız için yine özel arabasıyla Abdurrahman Gazi'ye yakın taksi durağına kadar götürmesi sebebiyle teklif ettiğimiz benzin parasını almayışı ve ısrarım üzerine abla bir iyilik yaptık parayla bozdurma deyişini hiç unutamayacaktım.
Bu şehrin insanlarının islam iliklerine kadar işlemişti, dinlerini ihlasla, hakkınca yaşıyorlardı. Cağ kebap yemek üzere gittiğimiz lokantada çocukluğumdan hatırladığım egede de olan aile salonu uygulaması devam ediyordu. Haremlik selamlık değil, aile salonu. Yalnız erkekler bir bölümde, yalnız kadın ve karı-koca, aile olarak gelenler aile salonunda. Garsonlar da aynen taksi şoförleri gibi son derece saygılı, edepliydi. Sokaklarda saçları açık da olsa edebe aykırı, açık saçık, dizleri yırtık pantolon gibi tuhaf batı modası özentili giyinmiş tek bir kadın, kız görmedim.
Akşam yaklaşıp ayrılma vakti geldiğinde Çiğdem kardeşimin, yazılarınızı annemlere de okuyorum, onlar da sizi tanımayı çok istiyorlar, sizi fakirhanemizde misafir etmek istiyoruz dediği samimi davetiyle bir kez daha heyecanlanmıştım. Her şehrimizde olduğu gibi bu güzel şehri de ancak bir ailesiyle, evinde, geleneksel yemekleriyle, muhabbetiyle tanıyabilirdim.
Güzel yurdumun her köşesi gibi her insanına da aşıktım.Tek bir güzelliği, hiç bir ayrıntıyı kaçırmamalıydım.
Tam da Rus işgalinde kanlı savaşların olduğu palandöken dağı yolundaki semtteydi fakirhane diye tanımladığı köy hizmetlerinden işçi emeklisi babacığının kooperatif usulü aldığı apartmanlardan olan evleri.
Beş katı merdivenle çıkarken bir güzel doğu anadolu ailesini, sıcacık yuvasını, insanlarını tanıma heyecanıyla kalbim çırpınıyordu. İçeri girdiğim an farketmiştim bu evin zikir ehli insanların mekanı olduğunu. Duvarları süsleyen hat sanatı esma tablolarına, tertemiz nostaljik eşyalarına sinmişti maneviyat.
Ayakta karşılayan evin reisi köy hizmetlerinden emekli amca hoş geldin faslından hemen sonra başka bir semtteki evli kızına gitmek üzere evden ayrıldı. Benim rahat etmem için her şey ayarlanmıştı. Gelenekleri böyleydi.
İç odada gördüğüm eli tespihli tipik Erzurum kadını Nimet Anne’ye görür görmez kanım ısınmıştı. Hoş gelmişsen deyişi bile ne kadar başkaydı. O andan itibaren başlayan muhabbette her zaman çoğunlukla konuşan olduğum halde hiç konuşmak istemedim.
Tek kelime kaçırmadan zikir ehli Nimet Anne’nin anlattığı feyz kaynağı inanılmaz yaşanmışlıklarını dinlemek istiyordum çünkü.
Dizinin dibine oturup heyecanla dinlediğim saatlerde, bağlı olduğu Seyyid Mevlüd Baba'dan aldığı zikir dersinin on katını yaptığını ifade eden bu zikir ehli kadının; her ramazan planlı olarak yaptığı tespihat ve okumaları bir seferinde yetiştiremediği için çok üzülüp ağlamasıyla, rüyasında sevgili peygamberimizin gelip ödevlerini tamamlamaya yardım etmesi; Hz. Ebu Bekir'in torunu Abdurrahman Gazi'yi gördüğünde ise, sen Hz. Ebu Bekir'in torunusan, evliyasan, benim yeğenimin hastalığına bir çare bulasan deyişi ve söylemi üzere türbenin çeşmesinden su içip tepesinden aşağıya dökmekle hastalıktan kurtuluşu;
Alt apartmanın bahçesinde yattığı yer, her yer kar altındayken bile kar tutmayan şehit askerin, teyze sen bana neden fatiha okumuyasan diyerek fatiha isteyişi, Nimet annenin, hele gurban sen bene adını demedin ki sana nasıl fatiha okuyam demesiyle, Kemal diyerek adını söylemesi; hatta Bosna'da savaş varken o şehit asker Kemal'in de savaşa gittiğini yattığı yerin altı ay boyunca kar tutmasından anlaması ve bayram arefesinde dönen şehitlerin yakındaki camide bayram namazı kıldıkları hikayeleriyle adeta büyülenmiş, bütün akşam hiç bir duyguyu kaçırmama adına mimiklerine de dikkat ettiğimden kıpırdamadan yüzüne bakakalmıştım.
Tam o esnada alt sokaktaki düğünden gelen davul zurnayla çalınan, yürek sızlatan Erzurum başbarı mizanseni tamamlamıştı. Sanki mertliğin, dürüstlüğün, kardeşliğinin ifadesi gibi birbirlerine sımsıkı tutunarak dimdik bedenleriyle o güzel halayı oynayışlarını hayalimde görmüştüm...
Yatma vakti geldiğinde Nimet annenin istihare makamında olduğunu anladığım, hele bu gece sene niyetlenem de inşallah bana durumunu bildireler sürpriziyle gece de heyecanın süreceği belli olmuştu. Gece yarısını geçmiş bir vakitte yattığımız halde tam üçte uyanıp namaz kılmak istemem ve namaz esnasında odada ruhanileri hissederek huşu ile ürperdiğim anları anlatmak çok zor...
Sabah namazı için uyandığımızda ise artık heyecan dorukta idi. Nimet Anne’nin; gel hele kurban, bildirdiler çok şükür deyişiyle dizinin dibinde adeta nefesimi bile tutarak beklediğim anlar kalbim ciddi zorlanıyordu ki ömrümde aldığım en güzel hediyelerin haberini vermeye başladı Nimet anne;
sana vermem için üç tane hediye verildi bana, birincisi pembe bir yazmaydı, gülü, çiçeği deseni yoktu, düzdü; İkincisi krem rengi bir tespihti, üçüncsü bir kitaptı, matbaada basılmış bildiğimiz bir kitap ancak konusu sohbetmiş.
Yazmayı anlamıştım Rab'bim baş örtüsü sorunumu halletmemi istiyordu. Tespih de zikir ehli olma müjdesi ve kitap da yazacağım yeni kitap olmalıydı ancak anlamadığım konusu sohbet olan kitabı nasıl yazacaktım.
Bu düşüncelere dalmışken unuttuğu bir şeyi ekledi Nimet Anne ve artık sevinçten düşüp bayılacak hale geldim. Haa! Birde sana bildirmek üzere bir erkek çocuk adı söylendi bana diyordu ve o günlerde erkek olduğu belli olan doğacak ilk torunum için Allah'ım torunumun onun için en hayırlı ismiyle doğmasını nasip eyle duamı ediyordum.
Bu yüzden hemen anladım torunum için verildiğini. Neydi isim Nimet anne dedim heyecanla ve unutmuş olmasından korkarak.
O zakir dudaklardan dökülen isim on ikiden vurmuştu hasta, yorgun kalbimi. Mete Han!!! Türk beyliklerini toplayarak ilk Türk devletini ve ordusunu kuran Kağan. Çinlilerin korkulu rüyası, Hun İmparatoru Tanrıkut Mete Han!. Dillerim lal olmuştu bu heyecanla!. Rab’bime nasıl, ne kadar şükretsem azdı.
Bütün sorularım Erzurum'da cevap bulmuştu. Düğüm çözülmüştü çok şükür. Yıllardır neden bunca gezdirildiğim, ziyaret nasip olan mübareklerin Hoca Ahmed Yesevi yolundan Horasan erenleri, Alperenler , Seyyidler oluşunun sebebi hikmeti; yolumun İslamın bekçiliği göreviyle şereflendirilmiş, bir halkası da Türklerin dilini ve dinini sağlamlaştırma göreviyle Derviş Yunus olan mukaddes görevli Türklerin yolu olduğu ayan olmuştu. Elli yedi yıllık yorgunluğa, tüm zorluklara, acılara değer bir final olmuştu...
Bunca seyahatle neredeyse tüm yurdu gezme sonunda, aradığın maneviyatı nerede buldun denilse kesinlikle Erzurum'da derdim. Bu şehre boşuna İslamın kalesi denmemişti. Seyahat serüvenim mutlu sona ermişti şükürler olsun.
Nimet Anne’den aldığım feyz ve zikirle, kuşaklardır Erzurum'un manevi mimarlarından olmuş Seyyid Hacı Mevlüd Baba'nın kapısına, aileye verilen Çınar soyadı hikayesiyle de, çınar ağacının köklerinin sevgili peygamberimizi, dallarının da evlatlarını temsil ettiği bilgisiyle ömrümce çınar ağaçlarını neden bu kadar çok sevdiğimi, o benim için en zor ve kutlu 2011 yılında, belediyenin fidanlığından alarak evimin önüne ellerimle, dualarla neden illa çınar ağacı diktiğimi anlamıştım.
Erzurum'daki istiharede Mete Han adı verilen ilk torunumun ilk ziyaretime gelişinde başına güneş geçmesin düşüncesiyle bilmeden çekildiğim ağaç gölgesinin o çınar fidanı ve altında birlikte en güzel fotoğraflarımızın olması da ne manidardı. Lutfedene sonsuz şükür.
Ertesi gün ziyarete gittiğimiz, Erzurum'un işgalinde rüyada Peygamber efendimizden aldığı işaretle 500 yıldır devam eden bin bir hatimi başlatan Pir Ali Baba'nın kabrinin bulunduğu tepede yaşadıklarımız da on beş günlük seyahatin dersi niteliğindeydi. Dua ederken aniden çöken sis ve başlayan tipiyle çıktığımız patika yolu bulamayıp dört- beş dakika arayış anlarında, yolunu kaybetmenin korkusunu, acısını, mahşer günü telaşını yaşattı Rab'bimiz bize. Ona göre çok dikkatli olun dedi adeta. Dersimizi de aldık çok şükür.
Yirmi iki saatlik dönüş yolculuğunda Erzurum'un kar ile boranlı dağlarını, Erzincan'ın hiç bozulmamış, tertemiz ne güzel bağlarla süslü ovalarını seyrederek, Sivas'ı Ankara'yı, Afyon karahisar'ı, Uşak’ı bir bir geçerken aldığım feyzle mutluluktan uçuyor, zerre yorgunluk duymuyordum…
Aradan geçen aylara rağmen seyahat yazımı yazamayışımın da bir sebebi hikmeti varmış meğer. Rüyada verilen hediyeler bir bir gelmiş, başörtüsü sorununu halletmiş, yeni zikirlerimi de yapmaya başlamış ve ciddiyet, disiplin timsali yüz ifadesi, laciverte çalan simsiyah, kocaman, parlak göz bebeklerinde dünya saklı, çekik gözlü tam bir Türki bebek olan tatlı ilk torunum, Metehan Tolga’m altı aylık olmuşken anlayamadığım konusu sohbet olan Rab'bimin üçüncü hediyesi kitap da gelmişti evime çok şükür.
O kitap Abdulkadir Geylani'nin sohbetlerinden derlenmiş olan, alimlerin Kur'an-ı Kerim ve hadislerden sonra en güzel üçüncü kitap dediği El- Fethü'r Rabbani Ve'l Feyzur Rahmani imiş meğer...
Kapağı gördüğüm an kalbime bir ok saplandı sanki. Erzurum'da Nimet annenin istiharesiyle Rab'bimin hediye ettiği kitap bu hissi yüreğimi titretti. O günden beri de elimden bırakamadığım, okumaya doyamadığım, her okuduktan sonra Rab'bimin hediyesi diyerek sarıldığım irşada kafii kitabım oldu çok şükür.
Hakkınca faydalanabilmek, karşılığında Rab'bimin beklentilerini yerine getirebilmek, hakkını verebilmek nasip olsun; Erzurum'un kurtuluşu ve aynı gün olan doğum günümde, Erzurum'da dünyaya geliş amacımı, yolumu bulmakla yeniden doğuşum kutlu olsun. Amin ya Rab'bi!.
Bu bölüm bir türlü bitemiyor. Nasıl bitsin ki! Hepsini anlatabilmek istiyorum, ne kadar çabalasam illa unuttuğum, ziyaret nasip olan bir güzel evliyamız oluyor, üzülecek, kırılacaklar diye ödüm kopuyor. Son olarak Alvarlı Efe'mizin muhteşem Nutk-i Şerif'inden bir kaç satır da eklemeliyim derken, Erzurum'lu İbrahim Hakkı'dan da uyarısı geldi gönlüme ve gözlerimden yaşlar boşaldı.
Bergama'lı Hasan Babamızı da unutmuşum üstelik. Bayburt'a kadar gitmişken Ağlar Baba'mızı da. İnşallah kısmetse ikinci kitabım olacak olan Cennet Gönüllü Kadınlardan sonraya planladığım, çok istediğim Seyahatnamemde hepsini en ince detaylarına kadar anlatabilmek nasip olur umuduyla teselli bulurken, onlara da söz vermiş oldum. Sizlere de tabii...
Her karış vatan toprağında yatan saymakla bitmez evliyamızla birlikte, koyun koyuna, gönül gönüleyiz. Millet olarak yüce Allah'ımızdan, sevgili peygamberimiz sav.'den ve erenlerimizden destekliyiz elhamdülillah...
Yeter ki kim olduğumuzu unutmayalım, kendi değerimizi bilelim. Değerlerimize sahip çıkalım. Yüce Rabbimizin muradı gereği güçlü bir devlet, erdemli insanlar topluluğu örnek bir millet olarak; İslamın yayılması, temsili ve bekçiliği mukaddes göreviyle dünyadaki zulme dur diyerek insanlığı asr-ı saadete taşıyalım.
Atalarımızın, şehitlerimizin kanları ile sulanmış her karış toprağı, manevi mimarları olan evliyalar, şehitler yatağı cennet vatanımıza, ay yıldızlı al bayrağımıza, o kutlu ocağa duyduğumuz bu yüreğe sığmaz duygu olmalıydı Aşk!
Lutfedene sonsuz şükürlerle…
İlla Aşk/ Adevviye Şeyda Karaslan
İslamın Kalesi Erzurum
Yayınlanma :
12.03.2022 17:37
Güncelleme
: 12.03.2022 17:37