Boş zaman hastalığı da zararlı alışkanlıklar gibi bağımlılık arz eden bir hastalıktır. Buna bir nevi tembellik hastalığı da diyebiliriz. Öğrenci ise ders çalışmaz, kitap okumak bu tip öğrenciler için bir Çin işkencesidir. Büyükler ise iş beğenmezler; buldukları işlerin ücretine, “Bu kadar paraya çalışılır mı?” diyerek ücreti beğenmezler. Evlerde bilgisayar başında yaşlı annesine “Su getir, çay getir!” diye talimat verirler. Çay, kahve, su ayağına gelmezse “Beni doğurdunuz, bana bakmakla sorumlusunuz” diyerek annesine bağıran, çağıran evlatlar olamaz demeyin. Bunları seminerlerimde gözyaşı akıtan annelerin bizzat ağzından dinliyorum.
Geçen gün Manisa Elektronik Odası Başkanı Sayın Mehmet Üzen’in sosyal medyada bir paylaşımına rastladım:
“Sayın veliler, yaz tatilinde çocuklarınız için iyi bir esnaf bulun. Çocuğunuzu çırak olarak verin. Hayat kavgasını görsün, ekmek parası nasıl kazanılır öğrensin, insanı tanısın, yerleri süpürsün, camları silsin, müşteri karşılamayı ve insanlarla ilişkiyi, tevazuyu öğrensin. Hiçbir okulun öğretemediği bu bilgileri, kısacası hayata bakışı öğrensin.”
—Mehmet Üzen, Manisa Elektronik Odası Başkanı
Nitekim Esnaf Odaları Genel Başkanı Sayın Bendevi Palandöken de TV ekranlarında aynı içerikteki ifadelerle velilere çağrıda bulundu.
Bu çağrıları yürekten destekleyen bir eğitimci olarak ben de bu paylaşımlara bir masalla katkıda bulunmak istedim.
Anneler – babalar! Giyiminizden, kuşamınızdan, lokmanızdan ve en zaruri ihtiyaçlarınızdan kısıntı yaparak çocuklarınızın iyi bir meslek sahibi olmaları için yapamayacağınız fedakârlık yoktur. Her anne baba gibi ben de çocuklarımın iyi bir meslek sahibi olmaları için fedakârlıklarımı sonuna kadar zorladım. Çok şükür, çocuklarım da beni mahcup etmediler.
Bunun yanında Anadolu’da “Devlet Baba” diye tabir edilen devletimiz de vatandaşlarının hasta olmaması için sigara yasağı koyması, sigara içenlerin ve uyuşturucu kullananların kullanmaması ve sigarayı bırakmaları konusunda maddi ve manevi çok büyük çabalar harcamaktadır. Bu konuların yanında gerek devletimizin gerekse mahalli idarelerin vatandaşlarımızın meslek sahibi olmaları için de büyük gayret sarf ettiklerini görmekteyiz. Cezaevlerine girip çıkan biri olarak cezaevlerinde de mahkûm kardeşlerimize meslek edindirmek için devletimiz her türlü kolaylığı sağlamaktadır. Öğretmeninden, temrinlik malzemesine kadar hiçbir maddi yükümlülükten çekinmemektedir. Bu fedakârlıkların da yakın şahidiyim.
1985 yılında Almanya’ya gittiğimde anlatılanlar karşısında ağzım açık kalmıştı... Doktor bedava, ilaç bedava, anasına babasına bakana para, özürlüye ve özürlüye bakana para, işsize para. Okuyamayan gençlere meslek edinme kursları ve meslek sahibi olanlara iş kurmak için karşılıksız destek vs.
2025 yılındayız. Devletimiz sosyal devlet anlayışı bakımından bugün birçok Avrupa ülkesini geride bırakmıştır. Konferanslarım dolayısıyla cezaevlerine sıkça girip çıkan biriyim. Manisa’da tanıdığım bazı mahkûm kardeşlerimin cezaevinde edindiği meslek sayesinde KOSGEB kredisiyle bugün patron olarak etrafında birçok çalışanı olan işçilerini görüyorum, dediğimde; arkamdan mahkûmların meslek edindirme kurslarına daha yoğun ilgi gösterdiklerini yetkililerden haber alınca seviniyorum. Demek ki söylenen hiçbir söz uçup gitmiyor. Şimdi mahkûmlar ve öğrenciler tarafından ilgiyle izlenen bu masalı siz okurlarımla paylaşmak istedim. Umarım bu masalımı anneler – babalar da çocuklarıyla paylaşırlar.
MASAL: MESLEK SAHİBİ KRAL
Geçmiş yılların birinde bir kral ve bir de kralın evlilik çağında bir oğlu varmış. Günlerden bir gün kral, oğluna:
“Oğlum bak, ben yaşlandım, artık eski takatim kalmadı. Ahir ömrümde senin mürüvvetini görmek isterim. Bak sarayda vezirlerimizin çok güzel kızları var. Onlardan beğendiğin birini kırk gün, kırk gece düğün yaparak saraya bir gelin alalım.” demiş.
Ama ne var ki genç prens, saraydan değil de oturduğu kentin varoşlarında bir kulübede yaşayan fakir bir ailenin kızına âşıkmış. Onunla evlenmek istiyormuş. Ve bu isteğini de babasına söyleyince babası karşı çıkarak:
“Olur mu oğlum? Sarayda vezirlerin bu kadar güzel kızları varken, saray terbiyesi görmeyen bir kız saraya gelin alınır mı? Halkımız ve komşu memleketlerin kralları bizi kınamaz mı?” demiş.
Genç prens abayı yaktığı için babasını dinlememiş. “Olursa da ille o olacak!” diye tutturmuş. Babası oğluna söz geçiremeyince mecburen “Eh” demiş. Oğlunun gönül kuşunun konduğu kızın babasına haberciler gönderilmiş.
Kızının kralın oğluna istendiğini haber alan baba, sevincinden zıplayarak:
“Kızım! Kızım! Müjde, müjde! Başımıza devlet kuşu kondu. Seni kralın oğluna istiyorlar!” demiş.
Güzel ve zeki kız:
“Baba, kralın oğlu ne iş yapar, onun bir mesleği var mı?” diye sorar.
Baba:
“Kızım, kralın oğlunun mesleği mi olur? Babası ölecek, yerine o kral olacak. Kralın oğlu neylesin mesleği?” der.
Kız:
“Hayır baba, ben meslek bilmeyen bir adamla evlenmem” diye diretir.
Haberciler mutsuz bir şekilde saraya dönerler ve olumsuz cevabı iletirler. Kral vazgeçmek istese de oğlu razı olmaz. Sonunda kral, o günlerin geçerli mesleği olan çorap örme işini oğluna öğretmek ister. İpler, şişler alınmış, saraya hocalar getirilmiş. Kralın oğlu aşkı uğruna gece gündüz çalışmış ve birkaç haftalık çalışmadan sonra usta bir örgücü olmuş. Ördüğü ilk çorabı aşık olduğu kıza göndermiş.
Kız, kralın oğlunun meslek sahibi olduğunu öğrendikten sonra “Eh” demiş. Davullar çalmış, kırk gün kırk gece düğün yapılmış.
Düğünden birkaç ay sonra yaşlı kral vefat etmiş. Yerine genç kral geçmiş. O da halkının meslek sahibi olması için kurslar açmış. Sık sık tebdil-i kıyafetle halkı denetlerken bir gün kasap dükkanında bir tuzağa düşerek bodruma düşmüş. Elinde bıçaklı bir adam, “Seni keseceğim, etini satacağım” deyince kral:
“Kardeş, benim çok değerli bir mesleğim var. Sana her gün iki katı para kazandırabilirim!” demiş.
Gerçekten de örgü örmeye başlamış, kasap da pazarda satarak para kazanmış. Genç kralın eşi, semt pazarlarını dolaşırken eşinin ördüğü çorapları bulmuş. Bir tanesinin içine sıkıştırılmış notu okuyunca kralın adamlarına haber vermiş. Genç kral kurtarılmış.
Sonuç: Kral olmak için çorap örmek şart değildir ama meslek sahibi olmak hayat kurtarır.
Ben de Manisa Elektronik Odası Başkanı Sayın Mehmet Üzen ile Genel Başkan Bendevi Palandöken’in çağrılarına yürekten katılarak çocuklarımızın “boş zaman hastalığı”na yakalanmaması, hayatı öğrenmeleri ve insanları tanımaları açısından çocuklarımızın kabiliyeti ve isteği doğrultusunda:
-
İyi bir esnaf kardeşimizin yanına koyarak hem bir meslek öğrensin, hem de hayatı tanısın.
-
Veyahut da evde boş bırakıp sanal medyada çocuğunuzun beynini çöplük haline getirmemek için camilerde açılan kurslara göndererek arkanızdan Fatiha okuyacak bir evlat bırakmanızı tavsiye ederim.
Atalarımız:
“Duvara dayanma, yıkılır; insana dayanma, ölür.” demişler.
Arkamızda üç vardiyalı çalışan iyi bir fabrika mı, yoksa meslek sahibi iyi eğitimli hayırlı bir evlat mı? derseniz, şüphesiz ki Peygamberimiz’in de tavsiye ettiği gibi, meslek sahibi iyi eğitimli hayırlı bir evlat. Arkamızda evladımıza iki vadi dolusu mal da bıraksak, “Hazıra dağ dayanmaz.” demiş atalarımız.
Bizden sonra çocuklarımızın rezil rüsvaya düşmemeleri ve ayakta kalıp çoluk çocuklarının iaşe ve ibatesi için mutlaka ama mutlaka bir meslek sahibi olmaları gerekir.
Önemine binaen yazımı rahmetli Akif’in bir dizesiyle bitireyim:
“Kim kazanmazsa beş kuruş ekmek parası,
Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası.”
Çocuklarınızın gelecekte dostunuzun yüz karası, düşmanınızın maskarası olmaması için, genç kral gibi çocuğunuzu kurtaracak bir mesleği var mı?
Yorumlar
Kalan Karakter: