Dinimizde üç çeşit temizlik (taharet) vardır. Namaz ibadetinin olmazsa olmaz şartı olan bu temizlikler şunlardır:
-
Zahiri (hadesten) taharet: Elbise ve bedenin necasetten temiz olması.
-
Batıni taharet: Gusül veya teyemmümle elde edilen manevî temizlik.
-
Nurani ve ahlaki taharet: Ruhun şirk ve günah kirlerinden uzak tutulması.
Namaz, kulun Allah’a miracı olarak kabul edilir ve bu ibadetin kabulü, necasetten temiz olma şartına bağlıdır. Ancak geçtiğimiz hafta Hindistan-Pakistan savaşında, haber kanallarında, uçuş öncesi inek idrarı ile yüzünü yıkayan ve hatta içerek kendini “kutsayan” bir Hintli pilotun görüntüsü yayımlandı. İneğe tapan bu asker, Hinduizm, Budizm ve Janizm inançlarına mensuptur. Bu dinlerde çeşitli meditasyon uygulamalarına “yoga” adı verilir. Esneklik, farkındalık ve ruhsal gelişim adına yapılan bu ibadetler, söz konusu dinlerde Nirvana’ya ulaşmanın yollarından biridir.
Ne yazık ki iman zafiyeti yaşayan bazı kardeşlerimiz, İslam gibi tertemiz bir dini bırakıp, inek idrarı içen bir zihniyetin ibadetine özenerek yoga yapmaktadır. Üstelik bu durum sadece sade vatandaşlarla sınırlı değil, toplumun üst kesimlerinde, sosyete tabakasında da rağbet görmektedir. Bugün ülkemizde yoga seansı sunan beş yıldızlı oteller bile vardır.
Demek ki mide gibi gönül dünyamız da boşluk kabul etmiyor. Aç kaldığımızda nasıl ki midemizi abur cuburla dolduruyorsak, ruh dünyamız boş kaldığında da onu ne bulursak onunla doldurmaya çalışıyoruz.
Sonuç: Müslüman bir anne ve babadan doğup da ineğe tapan bir dine ve onun ibadet biçimlerine özenmeyi sizlerin takdirine bırakıyorum.
Ünlü şairimiz Tevfik Fikret şöyle der:
“Beşerin böyle bir dalaleti var, putunu kendi yapar kendi tapar.”
Demek ki doğruyu bulamayan insan, bulduğu eğriye tapınmak zorunda kalıyor.
Gelelim yazımın başlığına…
Almanya’da bulunduğum yıllarda, iki farklı kültürün çarpışmasından doğan komik olaylara işçi kardeşlerimizden sıkça tanık olurduk. Bunlardan biri şöyle:
Aynı fabrikada çalışan ustabaşı Alman Stafon ile Karadenizli Recep kardeşimiz arasında öğle yemeğinde şu konuşma geçer:
Alman Stafon:
“Sizin dininizde büyük abdestten sonra elle suyla yıkanmaya ‘taharet’ diyorsunuz. Peki elle temizlendikten sonra yemekte bu aklınıza gelmiyor mu? Veya büyüklerinizin elini nasıl öpüyorsunuz?”
(Not: Alman ustanın sözlerini burada yumuşatarak aktarıyorum.)
Bizim kıvrak zekalı Karadenizli Recep, elindeki çatalı bıçağı masaya bırakır ve şöyle der:
“Bak Stafon, senin araban BMW, benimki Opel. Üzerine bu ayki maaşımı da koyuyorum. Arabalar üzerine bir iddiaya girelim mi?”
Stafon: “Nasıl yani?”
Recep: “Bugün iş çıkışı sen bir tomar tuvalet kağıdı al, ben de bir ibrik su. Arabalarımıza binip ormana gidelim. Orada ihtiyaçlarımızı giderelim. Sonra sen her zaman yaptığın gibi tuvalet kağıdıyla temizlen, ben de suyla. Hangimizin yüzü daha temiz olursa, iddiayı o kazansın.”
Stafon biraz düşünür ve sonra der ki:
“Sen çok zeki bir Türksün, seninle bu iddiaya girmem!”
Kardeş okul vesilesiyle sıkça gidip geldiğim Almanya/Ingolstadt’ta çok değerli dostlarımız oldu. Bunlardan biri de Aydınlı terzi Yücel Bey’di. Ancak o yeni elbise diken bir terzi değil; gelen etek ve pantolonları tamir eden, boylarını ayarlayan bir tamirci terziydi.
Bir gün ona sordum:
“Yücel Bey, bu işlerden geçimini sağlayabiliyor musun?”
Yücel Bey: “Hocam, Allah’a şükür, çok para kazanıyorum. Başlangıçta çok zorlandım. Neredeyse yemek yiyemez hale gelmiştim. Ama şimdi bir çaresini buldum.”
“Hayırdır?” dedim.
Elimden tutup dükkanın arka tarafına götürdü. Bir çamaşır makinesini göstererek:
“Biliyorsunuz, burada insanlar suyla taharet yapmazlar, kağıtla temizlenirler. Ancak kağıtla temizlik suyun yerini tutmaz. O yüzden gelen kıyafetlerde istenmeyen kokular oluyordu. Başlangıçta elimi süremiyordum. Şimdi önce bu makineye atıp yıkıyorum, sonra işe başlıyorum.”
Ülkemizde hiç bir terzi dükkanında çamaşır makinesi gördünüz mü? Ama ben Almanya’da gördüm.
Peki evlerimizde kullandığımız Fransızca kökenli “komodin” kelimesinin anlamını biliyor musunuz?
Ortaçağ’da İslam dünyasının her köşesinde hamam ve tuvalet varken, Avrupa ülkelerinde ne hamam ne de ev içi tuvalet vardı. Hatta vaftiz banyosundan sonra bir daha yıkanmayı günah sayanlar bile olmuş. Bu yüzden beden kokusunu bastırmak için batıda en etkili parfümler geliştirilmiştir.
Tuvalet ve banyo kültürü Avrupa’ya haçlı seferleriyle ulaşmış, ancak yaygınlaşması 18. yüzyılda sarayların bir köşesinde, sadece kralların ve aristokratların kullanımına sunulmuştur. Fransa’nın ünlü Versay Sarayı’nda tuvalet yoktu. Bu nedenle ihtiyaçlar “komodin” adı verilen lazımlıklara yapılır, sabah da boşaltılırdı.
Bugün bazı kadınlarımızın İstanbul Taksim’de “taharet ve gusül abdestine hayır” sloganıyla yaptığı protestoya anlam verebiliyor musunuz? Ben veriyorum: Bu zihniyet, İslam’a ait olan her şeye düşmandır.
Yorumlar
Kalan Karakter: