Ve her şey insanın derdi olmasıyla başlamıştı.
Yani insan olmasıyla…
Ne kadar derdi olabiliyorsa ya da ne kadar dertlenebiliyorsa insandı aslında insanoğlu…
Hamuru her ne kadar topraktan da olsa su ile hem dem olduktan sonra çamurlaşıyor ve izi kalıyordu hayatta. Burada ki çamurlaşmak argoda kullandığımız sevimsiz çirkef değil bir olan birleşen kıvam alan manasında.
Biz her zaman kendimizi bildiğimiz günden itibaren kendimiz için değil kardeşimiz için yaşamasını öğrendik. Atasözlerini sevdiğimi ve çok kullandığımı bilmeyeniniz yoktur. Hani derler ya “Önce can sonra canan” diye işte biz bunu rahmetli babamızdan “Önce canan (kardeş) sonra can” olarak öğrendik ve ilk dertlenmemizi de oradan aldık.
Neydi derdimiz, kardeşimizin sıkıntısı, derdi, üzüntüsü, elemi ve kederi bizim derdimizdi. Dertler paylaşıldıkça azalır, sevinçler paylaşıldıkça çoğalmaz mıydı? Dertli kederli bir arkadaşımızı dostumuzu gördüğümüz de ona “Hayır olsun neyin var yüzün asık gibi bir derdin mi var anlatmak istersen dinlerim, elimizden ne gelirse çözeriz inşallah” demek bile derdinin sadece ona ait olmadığını hissettirme anlamında yeterli olduğu gibi sorununu çözmese bile anlık rahatlamasına katkı sağlamıyor muydu?
Peki ya şimdi dertli bir insan gördüğümüz de “Hayır olsun neyin var mı?” diyoruz yoksa aman benden uzak olsun bana bulaşmasın şimdi bir de onun kahrını çekemem mi diyoruz? Biz neydik ne olduk? Nereye gidiyoruz? Komşumuz aç, haberimiz var mı? Apartmanımız da bir yetimimiz var acaba hiç başını okşadık mı yoksa aman görmeyeyim gördüm mü bir şeyler vermek zorunda kalırım paracıklarım cebimde kalsın mı diyoruz. Kendimiz kendi keyfimiz için üç dört sokak öteye gidip simit poğaça alırken sadece keyfimiz için acaba hiç başımızı kaldırıp sokağımız da ki çöp kutularından bir ekmek parçası bulmaya çalışan çocukları görüyor muuz?
Acaba yetim kimdi, garip kimdi, nasipli kimdi ve nasipsiz kimdi?
Siz sanıyor musunuz ki sadece babası olmayanlar yetim oluyor. Hz. Allah azze ve celle senin üstünden rahmetini kestiyse esas yetim sen oluyorsun da haberin bile olmuyor. Esas nasipsiz çöp kutusundan ekmek toplayan çocuk mu oluyor yoksa cebin tıka basa dolu iken içinden bir derde derman olacak miktarı infak edemeyen sen mi oluyorsun.
Cansuyu olmaya var mısın?
Mazluma, yetime, garibe, öksüze, düşküne, mağdura Cansuyu olmaya var mısın?
Yaşlı Ayşe teyzenin sobasını tutuşturmaya, minik Ahmet’in başını okşamaya, sevimli Canan’ın gözündeki yaşı silmeye, Fatma bacının omuzlarında ki yükü hafifletmeye hepsine nefes olmaya Cansuyu vermeye hazır mısın?
Hazırsan dertlenmek ve insan olmak bir adım ötende…
Selam, Dua ve Muhabbetle…
Yani insan olmasıyla…
Ne kadar derdi olabiliyorsa ya da ne kadar dertlenebiliyorsa insandı aslında insanoğlu…
Hamuru her ne kadar topraktan da olsa su ile hem dem olduktan sonra çamurlaşıyor ve izi kalıyordu hayatta. Burada ki çamurlaşmak argoda kullandığımız sevimsiz çirkef değil bir olan birleşen kıvam alan manasında.
Biz her zaman kendimizi bildiğimiz günden itibaren kendimiz için değil kardeşimiz için yaşamasını öğrendik. Atasözlerini sevdiğimi ve çok kullandığımı bilmeyeniniz yoktur. Hani derler ya “Önce can sonra canan” diye işte biz bunu rahmetli babamızdan “Önce canan (kardeş) sonra can” olarak öğrendik ve ilk dertlenmemizi de oradan aldık.
Neydi derdimiz, kardeşimizin sıkıntısı, derdi, üzüntüsü, elemi ve kederi bizim derdimizdi. Dertler paylaşıldıkça azalır, sevinçler paylaşıldıkça çoğalmaz mıydı? Dertli kederli bir arkadaşımızı dostumuzu gördüğümüz de ona “Hayır olsun neyin var yüzün asık gibi bir derdin mi var anlatmak istersen dinlerim, elimizden ne gelirse çözeriz inşallah” demek bile derdinin sadece ona ait olmadığını hissettirme anlamında yeterli olduğu gibi sorununu çözmese bile anlık rahatlamasına katkı sağlamıyor muydu?
Peki ya şimdi dertli bir insan gördüğümüz de “Hayır olsun neyin var mı?” diyoruz yoksa aman benden uzak olsun bana bulaşmasın şimdi bir de onun kahrını çekemem mi diyoruz? Biz neydik ne olduk? Nereye gidiyoruz? Komşumuz aç, haberimiz var mı? Apartmanımız da bir yetimimiz var acaba hiç başını okşadık mı yoksa aman görmeyeyim gördüm mü bir şeyler vermek zorunda kalırım paracıklarım cebimde kalsın mı diyoruz. Kendimiz kendi keyfimiz için üç dört sokak öteye gidip simit poğaça alırken sadece keyfimiz için acaba hiç başımızı kaldırıp sokağımız da ki çöp kutularından bir ekmek parçası bulmaya çalışan çocukları görüyor muuz?
Acaba yetim kimdi, garip kimdi, nasipli kimdi ve nasipsiz kimdi?
Siz sanıyor musunuz ki sadece babası olmayanlar yetim oluyor. Hz. Allah azze ve celle senin üstünden rahmetini kestiyse esas yetim sen oluyorsun da haberin bile olmuyor. Esas nasipsiz çöp kutusundan ekmek toplayan çocuk mu oluyor yoksa cebin tıka basa dolu iken içinden bir derde derman olacak miktarı infak edemeyen sen mi oluyorsun.
Cansuyu olmaya var mısın?
Mazluma, yetime, garibe, öksüze, düşküne, mağdura Cansuyu olmaya var mısın?
Yaşlı Ayşe teyzenin sobasını tutuşturmaya, minik Ahmet’in başını okşamaya, sevimli Canan’ın gözündeki yaşı silmeye, Fatma bacının omuzlarında ki yükü hafifletmeye hepsine nefes olmaya Cansuyu vermeye hazır mısın?
Hazırsan dertlenmek ve insan olmak bir adım ötende…
Selam, Dua ve Muhabbetle…