Ve beklenen an geldi.
11 ayın sultanı Ramazan-ı Şerif merhaba diye kapıdan bakıyor.
Her geliş aslında bir gidişin habercisiydi. Sayılı gün çabuk geçerdi. Şimdi on gün boyunca ana gündem maddemiz ben hastayım ilaç almam lazım oruç tutabilir miyim? Sakız çiğnesem orucum bozulur mu? Denize girmek orucu bozar mı? Gibi bir sürü abuk sabuk sorular ile nasıl Ramazan ayının manevi atmosferini nasıl bozabiliriz nasıl insanları Ramazan’ın asıl ruhuna aykırı davranışlar ile basitleştirebiliriz.
Ramazan neydi? İnsanın kendisiyle hesaplaşması. Kendisini formatlaması tepeden tırnağa bir bakımdan geçirmesi nefsini dizginlemesiydi. Yok olanın halinden anlamasını sağlayacak olan oruç hem bedenini dezenfekte ediyordu hem de ruhunu. Aç kalarak ihtiyaç sahibi düşkünlerin halinden anlayacaktı. Varken yemeyerek nefsini nasıl sahibine teslim ettiğini gösterecekti. Bir ezan ile ağzını başta olmak üzere tüm uvuzlarını bağlıyorsa yine bir ezan ile hepsini açabilecekti. Bu teslim olmaktı. İşte Ramazan böyle bir imtihandı kişi için. Teslim olabilecek mi olamayacak mı? Teslim olmak için mi bahane üretecek yoksa olmamak için mi bol bahane bulacaktı. Bu da kişinin yaşayacağı kendi imtihanıydı. Çünkü burası imtihan dünyasıydı.
Bir diğer imtihan noktası verebilmekti. Çünkü en büyük nefis verirken insanı zorlardı. Akreplerin en bol olduğu yer her zaman cepler ve cüzdanlar olmuştu. Para ateşti. Kendisi için harcarken el yakmaz ama başkasına gideceği zaman kor alev olur dokunulmazdı. Büyükler onun için her zaman şöyle derlerdi, “Verdiğiniz canınızı yakmıyorsa vermeyin. Çünkü verdiğiniz Allah’ın rızası için değil kendi nefsiniz için olur” bu cümlenin tefsirini başka bir zaman yaparız çünkü sadece bu cümle başlı başına bir konu.
Ve aslında Ramazan ayının en çok konuşulan konusu Diyanet’in belirlediği Fitre miktarı. Bu sene Diyanet Fitre miktarını 23 TL olarak açıkladı. Yani bir kişinin bir günlük yemek ihtiyacının karşılanması anlamına gelen bir miktar ( Diyanet bunu 23 TL olarak açıkladı ) !!! Peki merdiven altı işletmeler de bile açıklanan bir iftar menüsü ne kadar sadece bir öğün. Günlük yemek ihiyacı değil. Şimdi buradan şunu söyleyebilirsiniz zaten Ramazan da oruçlu insanlar bir iftar bir sahur yapacak sen neyi anlatıyorsun diye. Diyorum ki sadece bir iftar menüsü en düşüğü 35 TL’den başlıyor… Bilmem anlatabildim mi? Kendimize geldi mi 35 TL’lik menüyü ve ortamı beğenmeyip olmuşken en az 70 TL’lik olsun diyoruz ailemizin sayısına göre ortalama 4 kişilik aileler de bu rakam 280 TL oluyor. Şimdi de ya işte yılda bir defa geliyor Ramazan onda da bir defa da ailemizle gitmeyelim mi dediğinizi duyuyorum ve diyorum ki Fitre’yi de her gün vermiyorsun zaten yılda bir defa veriyorsun. Kendine gelince daha iyisini arıyorsun buluyorsun da infak etmeye vermeye gelince neden hep en azıyla yetinmeye çalışıyorsun. Neydi bizim asıl kazancımız bunu unutmayalım hiçbir zaman. Bizim asıl kazancımız ay başında bankamatikten aldığımız değil cebimizden çıkarıp verebildiğimizdi çünkü bizi karşılayacak olan oydu.
Ramazan ayının gelmesi en çok esnafların yüzünü güldürüyor. Rahmet ayı herkese bolluk bereket olarak yağıyordu. Bunu diline pelesenk olmuş iş yok diyen esnafta biliyor ama nasibi olan bunu idrak ediyordu aslında. Hamdetmek ve şükretmek herkese nasip olmuyor. Ve çocukluğumndan beri hoşlanmadığım her ortamda ve platformda uygun bulmadığım gibi bunu dillendirdiğim Ramazan Kumanyaları ya da erzak paketleri diğer bir tabirle gıda kolileri. Neydi bunların esas amacı. Muhtaca ulaşmak. Garibana el vermek omuz vermek ama aslında yaptığımız ya da yapılan sen bunlara layıksın daha fazlası sana göre değil. Ben neyi istersem sen onu almak zorundasın demekti. Kendi evimize gelince 300 TL’lik Ramazan hazırlığı az gelirken gerçek ihtiyaç sahibine tasvip etmesem de 50 TL’yi aşmasın aman en fazla 100 TL olsun ki falanca kişi duydun mu 100 TL’lik 50 tane koli yaptırmış dağıtmış konuşulsun. Ama hiçbir yardım kendi evimizdekinden daha fazla olmasın bizi geçmesin. Ne vardı bu kolilerin içinde un-yağ-şeker-çay-prinç-bulgur-nohut-fasulye-mercimek-salça-tuz-makarna çünkü muhtaca bi bunları layık gördük. Onların evine peyniri-yumurtayı-sucuğu-baklavayı hatta ve hatta yaş sebzeyi hiç layık görmedik. O ailelerin yemeklerini yaptıkları tencerelerin tavaların nasıl yıkanacağını hiç düşünmedik elbiselerinin nasıl yıkanacağını hiç hesap etmedik bunun için ki hazırladığımız erzak kolilerine hiçbir zaman bulaşık ve çamaşır deterjanı koymadık. Hatta ve hatta en temel ihtiyaç olan tuvalet kağıdını onlara layık görmedik çünkü hiç aklımıza gelmedi. Onlara sadece kuru gıda lazımdı. Çünkü biz öyle istiyorduk.
Hasbel kader üç yıldır Hz. Allah nasip etti elimizden geldiğince bize ulaşan muhtaçlara değil bizim bulmaya çalıştığımız kişilere ailelere ulaşmaya çalıştık. Bunların hiçbirine de siz buna bunlara layıksınız diye de kendi nefsimizi tatmin edecek mutlu edecek işlere imza atmadık. Herkes karşı çıksa da yadırgasa da onların evlerine nelerin lazım olacağını onlardan daha iyi bilen olmaz diyerek nakdi yardım yapmayı hedef seçtik. Bu işi Osmanlı nasıl yaparmış onu inceledik. Osmanlı’da zenginler Ramazan ayında kendi mahallelerinde değil de farklı mahallelerde ki bakkallara gider ve zimem ( veresiye ) defterlerini güçlerine göre ya satın alırlardı ya da içlerinde ki en borçlu ailelerin borçlarını öderler giderlerdi. Bakkal gelen kişiyi tanımaz, borçlu olan da kendi borcunu kimin ödediğini bilmez aynı şekilde borcu ödeyen de kimin borcunu ödediğini bilmez kimse kimseye boyun bükmez mahcup olmaz başı öne eğilmezdi. İşte bizim yapmaya çalıştığımız da bunun bir benzeri. Şiarımız neydi sağ elin verdiğini sol el görmeyecekti.
İçinize sinen bir Ramazan geçirmeniz duasıyla…
Selam, Dua ve Muhabbetle...
11 ayın sultanı Ramazan-ı Şerif merhaba diye kapıdan bakıyor.
Her geliş aslında bir gidişin habercisiydi. Sayılı gün çabuk geçerdi. Şimdi on gün boyunca ana gündem maddemiz ben hastayım ilaç almam lazım oruç tutabilir miyim? Sakız çiğnesem orucum bozulur mu? Denize girmek orucu bozar mı? Gibi bir sürü abuk sabuk sorular ile nasıl Ramazan ayının manevi atmosferini nasıl bozabiliriz nasıl insanları Ramazan’ın asıl ruhuna aykırı davranışlar ile basitleştirebiliriz.
Ramazan neydi? İnsanın kendisiyle hesaplaşması. Kendisini formatlaması tepeden tırnağa bir bakımdan geçirmesi nefsini dizginlemesiydi. Yok olanın halinden anlamasını sağlayacak olan oruç hem bedenini dezenfekte ediyordu hem de ruhunu. Aç kalarak ihtiyaç sahibi düşkünlerin halinden anlayacaktı. Varken yemeyerek nefsini nasıl sahibine teslim ettiğini gösterecekti. Bir ezan ile ağzını başta olmak üzere tüm uvuzlarını bağlıyorsa yine bir ezan ile hepsini açabilecekti. Bu teslim olmaktı. İşte Ramazan böyle bir imtihandı kişi için. Teslim olabilecek mi olamayacak mı? Teslim olmak için mi bahane üretecek yoksa olmamak için mi bol bahane bulacaktı. Bu da kişinin yaşayacağı kendi imtihanıydı. Çünkü burası imtihan dünyasıydı.
Bir diğer imtihan noktası verebilmekti. Çünkü en büyük nefis verirken insanı zorlardı. Akreplerin en bol olduğu yer her zaman cepler ve cüzdanlar olmuştu. Para ateşti. Kendisi için harcarken el yakmaz ama başkasına gideceği zaman kor alev olur dokunulmazdı. Büyükler onun için her zaman şöyle derlerdi, “Verdiğiniz canınızı yakmıyorsa vermeyin. Çünkü verdiğiniz Allah’ın rızası için değil kendi nefsiniz için olur” bu cümlenin tefsirini başka bir zaman yaparız çünkü sadece bu cümle başlı başına bir konu.
Ve aslında Ramazan ayının en çok konuşulan konusu Diyanet’in belirlediği Fitre miktarı. Bu sene Diyanet Fitre miktarını 23 TL olarak açıkladı. Yani bir kişinin bir günlük yemek ihtiyacının karşılanması anlamına gelen bir miktar ( Diyanet bunu 23 TL olarak açıkladı ) !!! Peki merdiven altı işletmeler de bile açıklanan bir iftar menüsü ne kadar sadece bir öğün. Günlük yemek ihiyacı değil. Şimdi buradan şunu söyleyebilirsiniz zaten Ramazan da oruçlu insanlar bir iftar bir sahur yapacak sen neyi anlatıyorsun diye. Diyorum ki sadece bir iftar menüsü en düşüğü 35 TL’den başlıyor… Bilmem anlatabildim mi? Kendimize geldi mi 35 TL’lik menüyü ve ortamı beğenmeyip olmuşken en az 70 TL’lik olsun diyoruz ailemizin sayısına göre ortalama 4 kişilik aileler de bu rakam 280 TL oluyor. Şimdi de ya işte yılda bir defa geliyor Ramazan onda da bir defa da ailemizle gitmeyelim mi dediğinizi duyuyorum ve diyorum ki Fitre’yi de her gün vermiyorsun zaten yılda bir defa veriyorsun. Kendine gelince daha iyisini arıyorsun buluyorsun da infak etmeye vermeye gelince neden hep en azıyla yetinmeye çalışıyorsun. Neydi bizim asıl kazancımız bunu unutmayalım hiçbir zaman. Bizim asıl kazancımız ay başında bankamatikten aldığımız değil cebimizden çıkarıp verebildiğimizdi çünkü bizi karşılayacak olan oydu.
Ramazan ayının gelmesi en çok esnafların yüzünü güldürüyor. Rahmet ayı herkese bolluk bereket olarak yağıyordu. Bunu diline pelesenk olmuş iş yok diyen esnafta biliyor ama nasibi olan bunu idrak ediyordu aslında. Hamdetmek ve şükretmek herkese nasip olmuyor. Ve çocukluğumndan beri hoşlanmadığım her ortamda ve platformda uygun bulmadığım gibi bunu dillendirdiğim Ramazan Kumanyaları ya da erzak paketleri diğer bir tabirle gıda kolileri. Neydi bunların esas amacı. Muhtaca ulaşmak. Garibana el vermek omuz vermek ama aslında yaptığımız ya da yapılan sen bunlara layıksın daha fazlası sana göre değil. Ben neyi istersem sen onu almak zorundasın demekti. Kendi evimize gelince 300 TL’lik Ramazan hazırlığı az gelirken gerçek ihtiyaç sahibine tasvip etmesem de 50 TL’yi aşmasın aman en fazla 100 TL olsun ki falanca kişi duydun mu 100 TL’lik 50 tane koli yaptırmış dağıtmış konuşulsun. Ama hiçbir yardım kendi evimizdekinden daha fazla olmasın bizi geçmesin. Ne vardı bu kolilerin içinde un-yağ-şeker-çay-prinç-bulgur-nohut-fasulye-mercimek-salça-tuz-makarna çünkü muhtaca bi bunları layık gördük. Onların evine peyniri-yumurtayı-sucuğu-baklavayı hatta ve hatta yaş sebzeyi hiç layık görmedik. O ailelerin yemeklerini yaptıkları tencerelerin tavaların nasıl yıkanacağını hiç düşünmedik elbiselerinin nasıl yıkanacağını hiç hesap etmedik bunun için ki hazırladığımız erzak kolilerine hiçbir zaman bulaşık ve çamaşır deterjanı koymadık. Hatta ve hatta en temel ihtiyaç olan tuvalet kağıdını onlara layık görmedik çünkü hiç aklımıza gelmedi. Onlara sadece kuru gıda lazımdı. Çünkü biz öyle istiyorduk.
Hasbel kader üç yıldır Hz. Allah nasip etti elimizden geldiğince bize ulaşan muhtaçlara değil bizim bulmaya çalıştığımız kişilere ailelere ulaşmaya çalıştık. Bunların hiçbirine de siz buna bunlara layıksınız diye de kendi nefsimizi tatmin edecek mutlu edecek işlere imza atmadık. Herkes karşı çıksa da yadırgasa da onların evlerine nelerin lazım olacağını onlardan daha iyi bilen olmaz diyerek nakdi yardım yapmayı hedef seçtik. Bu işi Osmanlı nasıl yaparmış onu inceledik. Osmanlı’da zenginler Ramazan ayında kendi mahallelerinde değil de farklı mahallelerde ki bakkallara gider ve zimem ( veresiye ) defterlerini güçlerine göre ya satın alırlardı ya da içlerinde ki en borçlu ailelerin borçlarını öderler giderlerdi. Bakkal gelen kişiyi tanımaz, borçlu olan da kendi borcunu kimin ödediğini bilmez aynı şekilde borcu ödeyen de kimin borcunu ödediğini bilmez kimse kimseye boyun bükmez mahcup olmaz başı öne eğilmezdi. İşte bizim yapmaya çalıştığımız da bunun bir benzeri. Şiarımız neydi sağ elin verdiğini sol el görmeyecekti.
İçinize sinen bir Ramazan geçirmeniz duasıyla…
Selam, Dua ve Muhabbetle...