Çoğu insan için sabah yürüyüşü; temiz hava almak, güne zinde başlamak demektir. Oysa bazen yürüdüğünüz bir sokak, girdiğiniz bir fırın kuyruğu; ülkenin sosyolojik röntgenini çekmeye yeter de artar. Geçtiğimiz sabah yalnızca ekmek almak için çıktığım o kısa yürüyüşte, aslında toplumun görünmez yaralarıyla, derinleşen uçurumlarıyla ve sessiz çığlıklarıyla yüzleştim.
Fırının önünde bekleyen Mehmet Amca’yla karşılaştığımda, zihnimdeki “emeklilik huzuru” tablosu yerle bir oldu. Raflarda taze ekmekler dururken neden beklediğini sorduğumda aldığı cevap boğazımda düğüm oldu: “Ekmek dağıtımından dönecek fırıncıyı bekliyorum, bakkallardan dönen bayat ekmekleri getirecek…”
Bu sözler sadece bir yoksulluk itirafı değildi. Aynı zamanda “askıda ekmek” kültürünün, yaşlılara yönelik bakım ve sosyal destek vaatlerinin sokaktaki gerçekle ne kadar örtüşmediğinin de acı bir göstergesiydi. Yardım etme isteğimi fark ettiği anda benden uzaklaşan o yaşlı adamın vakarı, modern toplumun kaybettiği en büyük değerlerden birini hatırlattı bana: Onur.
Son on yılda sokaklardaki sahipsiz köpek sayısındaki kontrolsüz artış, ülkemize gelen yabancı turistlerin bile dikkatini çekiyor. “Avrupa şehirlerinde sokak köpeği göremezsiniz ama sizin ülkenizde her yerde var” cümlesi, sadece bir gözlem değil; üzerinde düşünülmesi gereken bir gerçeği işaret ediyor.
Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Akşam vakti pazarlarda, meyve artıkları biraz daha ucuza düşsün diye bekleyen insanlar varken; her meseleyi tek başına hayvan sevgisi ekseninde tartışmak, asıl sorunu görmezden gelmek anlamına geliyor.
Toplum olarak içine sürüklendiğimiz bu adaletsizlik sarmalı rakamlarla değil, sahnelerle anlatılabilir: Bir yanda milyonlarca liralık kol saatleri, diğer yanda akşam pazarından artık toplayanlar. Bir yanda milyonluk makam araçları, elli bin liralık ayakkabılar, diğer yanda okula yırtık ayakkabıyla giden çocuklar.
Gazete sayfalarında sıradanlaşan iş kazaları, kadın cinayetleri, uyuşturucu bataklığı… İnsan hayatının ucuzladığı, tedbirin “maliyet” sayıldığı bir iklimde vicdanlar giderek sağırlaşıyor. Düşünceler arasında kaybolup evimin sokağını iki sokak geçtiğimi fark ettiğimde, aslında zihnimin de bu karmaşanın içinde kaybolduğunu anladım. Televizyon karşısında ya da internet ekranlarında “Neler oluyor bu ülkede?” diye iç geçirmek artık çözüm üretmiyor.
Yaşananlar birer haber başlığı değil; hayatın tam kalbindeki sızılardır. Çözüm yalnızca bir sonraki seçimde sandığa gitmek değil; sokağa, komşuya, yaşlıya ve adalete karşı kaybettiğimiz o kolektif sorumluluk bilincini yeniden inşa etmektir.
Aksi takdirde daha çok Mehmet Amca, bayat ekmek kuyruklarında onuruyla sınanacak; bizler ise sadece izlemekle yetineceğiz. Sizce biz nerede hata yaptık? Komşusu açken tok yatanlardan mı olduk, yoksa adaleti sadece sandığa mı bıraktık?
Çoğu insan için sabah yürüyüşü; temiz hava almak, güne zinde başlamak demektir. Oysa bazen yürüdüğünüz bir sokak, girdiğiniz bir fırın kuyruğu; ülkenin sosyolojik röntgenini çekmeye yeter de artar. Geçtiğimiz sabah yalnızca ekmek almak için çıktığım o kısa yürüyüşte, aslında toplumun görünmez yaralarıyla, derinleşen uçurumlarıyla ve sessiz çığlıklarıyla yüzleştim.
Fırının önünde bekleyen Mehmet Amca’yla karşılaştığımda, zihnimdeki “emeklilik huzuru” tablosu yerle bir oldu. Raflarda taze ekmekler dururken neden beklediğini sorduğumda aldığı cevap boğazımda düğüm oldu: “Ekmek dağıtımından dönecek fırıncıyı bekliyorum, bakkallardan dönen bayat ekmekleri getirecek…”
Bu sözler sadece bir yoksulluk itirafı değildi. Aynı zamanda “askıda ekmek” kültürünün, yaşlılara yönelik bakım ve sosyal destek vaatlerinin sokaktaki gerçekle ne kadar örtüşmediğinin de acı bir göstergesiydi. Yardım etme isteğimi fark ettiği anda benden uzaklaşan o yaşlı adamın vakarı, modern toplumun kaybettiği en büyük değerlerden birini hatırlattı bana: Onur.
Bizler sokak hayvanlarının refahını uzun uzun tartışırken, bir köşede onuruyla bayat ekmek bekleyen insanımızı görmezden gelmenin ağırlığı omuzlarımızda duruyor.
Son on yılda sokaklardaki sahipsiz köpek sayısındaki kontrolsüz artış, ülkemize gelen yabancı turistlerin bile dikkatini çekiyor. “Avrupa şehirlerinde sokak köpeği göremezsiniz ama sizin ülkenizde her yerde var” cümlesi, sadece bir gözlem değil; üzerinde düşünülmesi gereken bir gerçeği işaret ediyor.
Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Akşam vakti pazarlarda, meyve artıkları biraz daha ucuza düşsün diye bekleyen insanlar varken; her meseleyi tek başına hayvan sevgisi ekseninde tartışmak, asıl sorunu görmezden gelmek anlamına geliyor.
Toplum olarak içine sürüklendiğimiz bu adaletsizlik sarmalı rakamlarla değil, sahnelerle anlatılabilir: Bir yanda milyonlarca liralık kol saatleri, diğer yanda akşam pazarından artık toplayanlar. Bir yanda milyonluk makam araçları, elli bin liralık ayakkabılar, diğer yanda okula yırtık ayakkabıyla giden çocuklar.
Gazete sayfalarında sıradanlaşan iş kazaları, kadın cinayetleri, uyuşturucu bataklığı… İnsan hayatının ucuzladığı, tedbirin “maliyet” sayıldığı bir iklimde vicdanlar giderek sağırlaşıyor. Düşünceler arasında kaybolup evimin sokağını iki sokak geçtiğimi fark ettiğimde, aslında zihnimin de bu karmaşanın içinde kaybolduğunu anladım. Televizyon karşısında ya da internet ekranlarında “Neler oluyor bu ülkede?” diye iç geçirmek artık çözüm üretmiyor.
Yaşananlar birer haber başlığı değil; hayatın tam kalbindeki sızılardır. Çözüm yalnızca bir sonraki seçimde sandığa gitmek değil; sokağa, komşuya, yaşlıya ve adalete karşı kaybettiğimiz o kolektif sorumluluk bilincini yeniden inşa etmektir.
Aksi takdirde daha çok Mehmet Amca, bayat ekmek kuyruklarında onuruyla sınanacak; bizler ise sadece izlemekle yetineceğiz. Sizce biz nerede hata yaptık? Komşusu açken tok yatanlardan mı olduk, yoksa adaleti sadece sandığa mı bıraktık?
Yorumlar
Kalan Karakter: